Pazartesi, Aralık 20, 2010

kumsal



Uzanmışım kumsalda
Güneş damlar içime
Kurumuş dudaklarımda
Unutulmuş bir beste
Yaşıyorum aheste
Kapılmışım rüzgara
Savrulup gidiyorum
Şimdi çok uzaklarımda
Nafile telaşlarım
Hayattan çalıyorum
***
Çok mu dertlendim nedir bugün güneş yüzünü öyle bir gösterdi ki -ben burdayım dercesine
hiç ayrılmak istemedim ondan.
Öğle yemeğinde aldım sandwichimi, indim sahile, uzandım çimlerin üzerine yanıma gelen bir martıyla paylaştım yemeğimi...ardından sakin, huzurlu sıcakcık bir havada içime bol bol oksijen depoladım..kulağıma çocuk sesleri geliyordu yalnızca...Sahilde bir park ve parkın içinde bir çocuk havuzu..tüm bebekli aileler tüm gün neredeyse orda...
İnsan yalnız kalmalı ya bazen, yalnızlığını yaşamalı..
Doğayı, varlığını, hissedebildiklerini yaşamalı ya derin derin...
Onlardan biriydi işte benimki de bugün..
Günlerdir içimde biriktiğim tüm olumsuz enerjiyi bir anda toprağa bırakıverdim.
Bıraktım ki  güneş bana en iyi enerjisini versin diye.
Her günüm böyle geçsin
Her gününüz böyle geçsin
Güneş içinizi dışınızı ısıtsın.
Güneş size sevdiklerinizi getirsin.
Hayatınızın güneşini hiç bırakmayın.

Aşkla kalın,
Bonafide

Pazar, Aralık 19, 2010

öyle bir geçer zamanki....



Doğumla ölüm arasındaki sürec, bir göz kapatıp açıncaya kadar akıp geçtiğini bize hissettirse de dolu dolu geçirecek, her günü, her saniyeyiyi boş bırakmayacak uzun yıllar var daha önümüzde...Bir tanesini daha bitirmeye çok yaklaşsak bile... 
Bu zamana kadar hiç Christmas heyecanı yaşamayan, daima Yeni Yılbaşları için planlar yapan, heyecanlanan, arkadaşlarımı, sevdiklerimi birarada isteyip, sazlı sözlü, yeni yıllara adım atan ben, bu yıl çevremdeki herkesin heyecanı ve koşuşturmasına ayak uydurup Chistmas için planlar yapıyor..-uzun bir tatil- onlardan geleneklerini öğrenmeye çalışıyorum. 
Müslümanlar için çok önem teşkil etmese de, bir çok insan için her Christmas bir tüketim canavarlığına dönüşse de, bunu gerçekten yaşayanlar için çok çok önemli-imiş. Şimdi anlıyorum...Ailenin biraraya toplandığı, en özel yemeklerin hazırlandığı, sıcacık bir ortamın oluşturulduğu, şarkıların söylendiği, kahkahaların atıldığı bir gece...

Avustralya yeni bir yıla karlar içinde giremese de, burdaki insanlar hayatlarında karı hiç görmemiş olsalar bile inanılmaz bir konsept var her yerde.. Noel için süslenmiş evler, şehrin hemen hemen her yerine yerleştirişmiş Noel ağaçları, tüm alışveriş merkezlerinde durmadan çalan noel şarkıları, ev eşyalarından tutun da ufacık hediyelik kartlara kadar ulaşmış indirim çılgınlığı... Herkes her şey büyük bir hazırlık içinde.
Geçen gün sabah beklediğim otobüsün şöforü beni Santa! kılığında karşıladı. Hayatın içinde inci bir mizahın olması oldukça hoşuma gitti...

Bu yeni yıla büyük emekler harcayarak büyük umutlarla gireceğim... En güzeli belki de bir daha yaşayamayacağım en erken yeni yıl kutlaması yapacağım! Merak eden varsa Sidney'deyim :) 

Sürü psikolojisi misali, kendi yaşayacağım deneyimler yanında, burdakiler gibi ben de inanılmaz heyecanlıyım..Bekliyorum.

Aşkla kalın,
Bonafide

Cumartesi, Aralık 18, 2010

Gold Coast günlüğü 1

 
Birisi şu yağmurların ne zaman dineceğini söyleyebilir mi ?
Geldiğimden beri- 2 haftadır- güneş gördüğüm gün sayısı 3'ü geçmedi sanıyorum. Sürekli kapalı ve yağdı yağacak dedirten bir hava hakim gökyüzünde...Bazen bulutsuz bir sabaha uyanıyorum ama bir bakıyorum kocaman bir bulut kütlesi öyle hızla geliyor ki yine aklımdaki planlar suya düşüyor...
Memleketimin insanı kar havası solurken, bende burda yağmur yağdı diye mızmızlanıyor görünebilirim ama ben YAZ yaşamalıyım ki burda...Herkesin dediği gibi güneş yakıp kavurmalı her yeri, insanlar boş buldukları her saniye sahillere koşmalı...Surf yapanları izlemeliyim...Öğrenmek için heveslenmeliyim... Sonra alıp haritamı, rehberimi, planlar yapmalı, görebileceğim her yeri görmeliyim..
Oysa şimdi odamda oturmuş yağan yağmuru izliyorum..İyi tarafları da var elbet, dinleniyorum, nefis bir hava var, çimlerin kokusunu duyuyorum. ama ama ama...
 
İlk 1 haftayı yakınarak geçirdikten sonra, alışma evresini hala atlatamamış olsam da yine de uyum sağlamaya başladım denilebilir. Artık insanlarla daha rahat iletişim kurabiliyorum. Baştan söyleyeyim Avustralyalı'ları anlamak mümkün değil, eğer benim ingilizcem var ve sorun çekmem diye düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Ki benim gibi fakir ingilizcenizle gelmişseniz buralara vay halinize...İlk zamanlar hiç birşeyi anlayamam çok ağrıma gidiyordu ama alıştım artık, en azından anlayacağım diye kendimi zorlamaktan başım ağrımıyor artık :)

Havasına, suyuna insanına dahi-!!! alıştım da şu yemeklerine bir türlü alışamadım ama. :( Güzelim zeytinyağlı taze fasülye, dolmalar, hiç vazgeçmeyeceğim tarhana çorbamı özlüyorum... En çok daha sabah kahvaltılarımı...Şöyle domatesin,salatalığın, maydanozun olduğu, pernirlerin zeytinlerin, çeşit çeşit reçellerin renklendirdiği, fincanımdaki sıcak yeşil çayın kimi zaman sıcacık fırın ekmeğimin olduğu kahvatılarımı özledim..
Her zaman ekmeğime tereyağı reçel sürmek artık canıma tak etti!! Akşam yemeklerinde bilmediğim-sevmediğim her çeşit eti görmekten de usandım...En kötüsü de sokakta gördüğüm tayvanlı ve koreli restorantlar..O insanlar ne yiyor öyle söyler misiniz?? :S Herkesin alıştığı şeyler, damak zevkleri de farklıdır, saygılıyım ama görmemek benim için daha iyi... 
Geldiğimden beri burda gördüğüm her kebab restorantına giriyorum belki bir tanıdık ses duyarım diye ama ilginçtir bir tane bile rastlamadım. Bu arada burada kebab diye satılan dönerlerin tadına da baktım- tavuk- inanın kötü...


**
Güzel dostluklar yaratmak, güzel hatıralar yaratmak için burdayım. İyisiyle kötüsüyle yaşamalıyım, biliyorum..
Biraz daha sabrediyorum..Zaman herşeyi yerli yerine koyar diye umuyorum..
Özlüyorum çok fazla, ama değmeli..
Yaşacayacak çok şey var...

Aşkla kalın, 
Bonafide

Cumartesi, Aralık 04, 2010

In Gold Coast



İnsan sevdiği yere, sevdiği insanlara, sevdiği şeylere ne çok bağlanırmış şimdi onlardan çok çok çok uzaklarda olunca daha iyi anlıyorum. 
Uzun zamandır bu yolculuğu beklemekteydim. 
Uzun zamandır sevdiğim başka şeyleri düşünemez olmuştum. 
Şimdi içindeyim ama bu seferde aklım hep gerilerde kaldı...

22 saatlik uçak yolculuğundan sonra, gecenin bir yarısı bilmediğin biriyle, bilmediğin bir eve geliyorsun...
Oda boş ve sessiz... Yolculuk öyle yormuş ki evinde olsan çoktan uykuya dalardın halbuki. 
Oysa şimdi karşıdaki aynaya bakıp ağlamamak için kendini zor tutuyorsun. 
Yalnızlığın daha çok içine saplandığı bir dünyasın şuan. 
Ne bir telefon var, ne bir internet, ne de seni anlayacak ve derdini paylaşacak biri...
Yatağın içine gömülüyorsun uyumak için, olmuyor.. 
Çok karanlık geliyor oda, baş lambanı yakıyorsun...
Öyle sessiz ki, ağlasan damlaların düştüğü yerlerde ses çıkaracak.. 
Bir süre hayallerin aklına geliyor..Yapmak istediklerin, geliş nedenin, feda ettiklerin, verdiğin zorluklar...
Bir süre daha iyi bir yol arama çabaları, isyan, keşkeler...
Bir süre kabulleniş...
Geride bıraktıklarına özlem...merak...İç çekiş..ve kabuleniş verdiği yorgunluğa yenik düşüş...
Bir süre uyku... gördüğün rüyalar bile geride kalanlara ait...

Yeni bir gün... Yeni bir hayat... Yeni bir başlangıç...
Hala atamadığım yorgunluğun verdiği bir boş bakış hakim yüzümde... Çevremde olanlara ne kadar hakim olmaya çalışsam da pek mümkün olmadı. Çoğu zamanı herkese gülümsemekle geçirdim. Bazen bana soru sorulduğunu bile çok sonradan fark ettim.
Farklı bir dil, farklı insanlarla birlikte bir başına olmak daha bir fazla yordu beni...
Sevdiklerime ulaşma çabalarımın sonunda sabırsızlıkla beklediğim telefon geldi...
Biraz ellerim titredi,
biraz sesim... Heyecanla anlatmak istedim, sonra susup dinlemek, kısacık sürede ne yapacağımı bilemedim.
Ben akşam yemeğine giderken, o daha yeni kahvaltısını edip çıkmıştı...-Öğlen, dedi. -arayacağım seni...
Şaka gibi şuan burda saat 21:30 ve ben hala telefon bekliyorum...
***
Bazen verdiğimiz kararları ne olursa olsun, ne kadar acı çekersek çekelim, pişmanlık dahi duysak sonuna kadar götürmeliyiz ya!! ona sığınıyorum ben şuan.
İlk günüm, ilk heyecanım, ilk pişmanlığım..
Son olmasını umut ediyorum...
Feda ettiğim bir çok şeye değmesini umut ediyorum...

Sevdiğim biri'nin çok sık kullandığı bir laf vardır; - Umut, ızdırabı arttırır-mış. Benim umut ettiklerim çok fazla canımı yakmaz umarım!!-bunu bile umut ediyorum-



Cumartesi, Kasım 27, 2010

dönmemek korkusu

Zaman zaman ev ahalisiyle yapılan kavgalara biri daha eklendi bu sabah.
Uzun süre çok tatışılan tercihlerim! ve hayallerimle ilgili hazmedilemeyen, insanları rahatsız eden bir şey var. 
Ailevi değerler, toplumsal değerler, sorumluluklar ve mantıki davranışlardan yoksun olduğum düşüncesi hakim nedense hepsinde de! 
*
Sürekli onunla bununla karşılaştırmalar...

İnsanların gördüğü hayatlardan bir başka hayatı ne kabul etme ne de anlamaya çalışma gibi bir durum var. 

Onlar için tek bir hayat var, sizi içine çekebilmek için ellerinden gelen herşeyi yapıyolar. 
Doğru olan BU! İyi bir işin olsun, çok çok çok para kazan, ulaşabileceğin hayallerin olsun, aman çok uzaklarda olma, yanımızda ol.
Yetinmeyi bil, çok fazla birşey isteme. Ee evlen-kocan,çocuğun olsun. Evin olsun, memleketimizde kal. Devlette kapağı atmaya bak, özel süründürür yapamazsın. 
Sen kızsın en iyi meslek öğretmenlik, tatilin var, rahat rahat yaşarsın.
Ee bir doktor bul onunla evlen, 
onu yapma bunu yapma...
Dolu dizgin sıralanacak birsürü şey...
Bakıyorum da çok korku var insanları sarıp sarmalayan...
Korkuyla herşeye sarılıyoruz, aç kalmayalım devlet işi olsun, yalnız kalmayalım illaki bir kocan olsun, ayrı kalmayalım hayatın yanımızda olsun, o da olsun, bu da olsun.... ama yeterki korkular uzakta olsun.

***
Gideceğim çok kısa bir süre sonra buralardan, farklı hayatlar yaşamak, farklı yerler görmek, keşfetmek, kendime yeni bir ben katmak için. Çok fazla idealler peşinde koşmayan ama dünya o kadar görülecek yaşanacak yeri her gün ve her gün keşfedebilmek, görebilmek, biraz daha saygı duyduğum, biraz daha benimsediğim bir hayatı yaşayabilmek için can atıyorum. 
Bu pek de ilk adımım sayılmaz. Ama En büyük adımım.
Üstüne hayaller kuruyorum, merak ediyorum..
Gidiyorum.
Hem de tüm korkulara inat...Çünkü ben hiç birinden korkmuyorum...

yok edebilir misin eskileri?

Vermediğini bile bile istemek,
Almadığını bile bile vermek.

Reddedeceğini bile bile sormak,
İstemediğini bile bile kalmak…

Gururu bir kenara atıp,
Diğerlerinin sana yakıştırmadığı…

Kendini ‘değersiz’ hissetme pahasına,
Olabilir misin öteki?

Geçmişini söylemeden şu anki halinle tanışmak,
Bugünkü sen’i tanımak için…

Yazarı sen olsan da,
Unutabilir misin geride kalan zafer hikayelerini?

Yenilere yer açmak için,
Bugünkü seni sevmek için…

Aşağılanma pahasına,
Yok edebilir misin eskileri?
Tunç Kılınç
 P.s. Fikir Atölyesi'nden alıntıdır.

Çarşamba, Kasım 24, 2010

turuncu papatya


Biraz buruk bir akşamdayım yine..Nedeni belirsiz garip duygular gelip gitmekte bende.
Gözümün önünden eski anılarım bir seramoni şekilde geçmekte..
Gülüyorum birşeylere, birilerini dinliyorum, hüzünleniyorum.
Ağlıyorum canımı yakan şeylere çaresizce, içimdekileri sanki o gözyaşları temizlercesine..
Bir dolu kalple düşünüyorum neleri geride bıraktığımı ya da bırakamadığımı..
Nelere cesaret gösterip kalkıştığımı, neyin üzdüğünü, neyin yetmediğini..
Güzel anılar biriktirmişim bende herkes gibi, güzel şeyleri sahibim üstelik ama canımı yakan birşeyler var.
Attığım bir adımda beni üzen birşeyler var..
Kabullenmek istemediğim, kırıldığım, kırıldıkça kırdığım.. Çoğu zamansa farkında dahi olmadığım..
Diner elbet..Yürek belki hafifler, düşünceler uçup gider..Yenilerine yer açılır eskiler kapanır.-Mı??-
Yine anılarıma bakar güler geçerim ya da bakar, baktıkça canımı yakan birşeylerin izlerini taşırım. 
Bonafide

Çarşamba, Kasım 10, 2010

kısa bir tatil! -mi??

Sabahın erken saatlerinde kalkmam gerekse de bir türlü uyanmak istemeyen vücudumu dinleyip 1 saat aksattım kalkmamı...
Muhteşem güzel bir hava var dışarda, eşyalarımı topladım...
Kendimi hazırlamaya çalışıyorum..2 haftalığına uzaklaşıyorum buralardan...
Döndüğümde süprizlerim olacak...
Şimdiden güzel günler, güzel bayramlar diliyorum herkese...
güneş içimizi ısıtsın..




Aşkla kalın,
Bonafide

Pazartesi, Kasım 08, 2010

Efes Pilsen Blues Festivali 21

Cumartesi akşamı yaklaşık 1 senedir görüşmediğim bir arkadaşımdan bir telefon aldım. Herkes hayatın akışına öyle bir kaptırmış ki aynı şehirde dahi yaşasanız birbirinizle görüşememe şansınız çok yüksek :) Bir araya gelmek için çok güzel bir teklifte bulundu ve bende bu bahaneyle ilk defa katılacağım Efes Pilsen Blues Festival'inin son özel gününe katıldım. Normalde 6 Kasım'da biten festival, Efes Pilsen çalışanlarına özel bir gece düzenlemiş. Bizde bu muhteşem gecede biraradaydık..

1 Ekim- 6 Kasım tarihleri arasında gerçekleşen festival 20 şehri dolaşıp, yoğun ilgi toplamış. Son ayağı İstanbul olan festivalin bul yılki konukları ise kendine özgü tarzıyla Kenny Neal, New Orleans’e özgü Blues’u tekrar yorumlayan Mitch Woods & His Rocket 88s ve Blues müziğinin en dinamik isimlerinden Samuel James imiş.

Oldukça kalabalık ve eğlenceli gecen geceden alın size bir kaç hatıra...

***
Sahnede ilk yer alan Samuel James'di. Yaklaşık 1 saat bir performans gösterdi.
Bence oldukça zevkliydi. 
Tabii sürekli - Estanbul... nasilsinizzz? -diye sorup - iyiiiii- diye kendince cevap vermesi 
birazcık bunaltı insanı..:)
Bir anda Estanbul diye parça bile yaptı.

***
Ardından Mitch Wood sahneye çıktı. Muhteşemdi.. Yine 1 saatlik sahne performansı boyunda hiç yerinde durmadı diyebilirim. 
Çok eğlenceli bir ekibi vardı.
En güzel kısmı da bir ara sahneden inince elektro gitaristinin Barış Manço'nun Lambaya Püf De! parçasını söylemesi oldu. 
Bence kesinlikle muhteşemdi!

***
Ve son olarak Kenny Neal sahne aldı. Etkileyici ve modern müzik tarzıyla eminim oraya gelen herkesi 
memnun bir şekilde evlerine yolladı.

P.s. Sevgili Hande bu güzel gece için çok teşekkürler sana..Seneye kesinlikle burdayım..Eğer merak eden varsa kesinlikle tavsiye ederim. 

Blues içinize işlesin...
Aşkla kalın...

Cumartesi, Kasım 06, 2010

Cahil Periler'e

Ferzan Özpeteği ve filmlerini sonradan keşfedenlerim ben. Önceki yazımda da bahsettiğim gibi İlk Serseri Mayınlarla başladı merakım sonra ardı arkası kesilmeden tüm filmlerini izledim çabucak. 
Başka şeyler buldum onun filmlerine, kendimde gizli kalmış, hayal ettiğim, beklediğim ya da beni yaralamış bir şeyler buldum her birinde de. Ne kadar yabancı da olsam o kadar içinde oldum her filminde de! Gariptir ama hüzünlü ama mutlu hayat öykülerine özendim çoğu zaman...
İşte böyle başlayan tutkumda, en özel yeri ayırdığım filmdir Cahil Periler. Başroldeki karakteri-michele- de nedensiz bir tutkuyla sevmeme sebep olan film Cahil Periler...
Sevdiğin ve hayatı paylaştığın insana ait bilmediğin başka parçaları keşfetmek birlikte tamamlanabilmeyi yaşamak... Baktığın ama önce hiç tanımadığın bir kişide sevdiğini görmek...

Filmleri anlatmayı çok seven biri değilim ama izlemeyen varsa kesinlikle tavsiye ederim. Daha önce de dediğim gibi insanlara onların penceresinden bakabilmek farklı bir deneyim katsa da içerde bulacağı kendimizden farklı olmayan duygularla kaplı...


Perşembe, Kasım 04, 2010

50 mila-Mine Vaganti

"Elli bin göz yaşı döksem
Yine yetmeyecek
Çünkü müzik hüzün dolu /aklım sen.
Elli bin sayfa atıldı rüzgara çünkü yüzüm sonsuza hatırlatacak

Dönme, geriye,
yıkıldım ama sen görme
Böyle olsun istiyorum, yanılacaksam da yine. çünkü acım da aşkım da benimdir yinede

Ah! elli bin göz yaşı döktüm, neden bilmeden
şimdi senden uzak bir anıyım sadece

Elli bin göz yaşı döksem
Yine yetmeyecek
Çünkü müzik hüzün dolu /aklım sen.

bana bakma öyle,
yaraya basılı tuz gibi yakan
acımı sen yaşama,

Böyle olsun istiyorum, yanılacaksam da yine. çünkü acım da aşkım da benimdir yinede

Ben böyle istiyorum
izin filan sormadim ki
çünkü acım da
aşkım da
benimdir yine" 




Çok beğenerek izlediğim bir filmdi Serseri Mayınlar.. Ondan sonra keşfettim Ferzan Özpetek'i..
Tüm filmileri inanılmaz bir iz bıraktı bende..Seçtiği karakterler, kullandığı müzikler, İtalya!!, anlatılan hayatlar, hüzünler, acılar, mutluluklar.. Hepsi, herşey çok güzel bir bütün oluşturmuş her filminde de. Bazen kendi hayatlarımızdan sıyrılıp başka insanların hayatlarına, acılarına, dostluklarına, yaşadıklarına kapı aralamak, o kapıdan içeri dalmak, aslında içerisi ne kadar farklı olursa olsun yaşanılan duyguların hep bir ortak yanının olduğu keşfetmek, onunla üzülmek, gülmek.. Onun için mutlu olmak..Sadece kendinin değil başka birilerinin de varolduğunu bir kez daha fark etmek çok güzel bir duygu.. Seviyorum böyle hayattan kesitler veren filmleri..
Adı üstüne bir film, bir seneryo ve kurgudan da ibaret olsa.. Hepsi bizden varolmuş şeyler.. Bir yerlerde kendinden-kendimizden- bir parça bulan birileri var..

Çarşamba, Kasım 03, 2010

Kalbin benimleyse, sen nerdesin?


Hiçbir zaman bir bütün olamadık. 
Hep birşeyleri birşeylere bağlama, yetiştirme, uydurma çabasındaydık.
Kalbimizi ya bir kapının ardında biraktık, ya da bedenimiz hep orda kilitli kaldı.
Tam zincirlerden kurtulduk sokağa çıktık aklımız kaldı bu sefer de!!
Birden fazla hayatı sığdırmaya çalıştıkça içinde bocaladık. Eğer büyük geliyorsa bu hayat bize hala çabalamak niye? 
Eksik kalmayı tamamlanmaktan ne zamandan beri daha üstün kıldık??
***
Hayat mı sürükledi bizi buralara biz mi daha fazlasını istedik bilemiyorum.
Yetinmemenin,yetişmemesinin isyanını bol bol yaşıyorum.
İstiyorum, bekliyorum, arıyorum...
Artık kelimeler doldurmaz oldu boşlukları, anlamlarını yitirir, havada gezinir oldu öylece, avare...
Artık kelimelere ihtiyaç kalmasın istiyorum.. 'Kalbin'in benimle olduğunu duymak değil, göğsüne yaslandığımda sesini duymak istiyorum... 

Bonafide

Salı, Kasım 02, 2010

Gidenlerin Ardından


Gitmeler bilirim insana dair
Gitmeler bilirim sevgiye, özleme, ayrılığa dair...
Bir kuşun ürkekçe havalanışı olur bazen
Bazen bir gülün zamansız soluşu...

Gitmeler bilirim, mutlak sonsuza uzanan

Gitmeler bilirim, her başlangıç gibi bir sonu olan...
her veda erken vedadır aslında
her gidiş aceleci...
bir çekiliştir bir tarafa
bir iç çekiştir, gövdenin sol tarafında...

Gitmeler bilirim geride kalanlara dair...

Gitmeler bilirim ümide, beklemeye, yolları gözlemeye dair...
her giden erken yol almıştır aslında
her giden, kendini kandırmıştır aslında...
bir yalana sarılmıştır, farkında olmasa da...

Dönüşler bilirim gurbete dair

dönüşler bilirim vuslata, sevdaya, ahde vefaya dair...
her dönüş geç kalınmış bir randevu
her dönüş, kangren olası yaranın şefkatle deva buluşu...
yılların hüznüyle bakışmaktır
sitemle, öldüresiye sarılmaktır...
her dönüş, gözyaşlarına bahane; biraz ıslaktır...

Her dönen aslına dönmüştür oysa

her dönen, suyu çekilen çöldür aslında
seraba koşmuştur, geçmişe dönüşçesine
geçmişe dönmüştür, son ümitçesine...

Ve bir şiir bilirim arkada kalanın yazdığı

bir şiir bilirim, her gideni ben sandığı...
her şair kendini yazmıştır aslında
her şair, ilk gidendir; farkında olmasa da...

Ümit Demir

Pazartesi, Kasım 01, 2010

sen de bil!


Bir ukte kalmışsa boğazında yüreğin düğümlemişse...
Gel desen de git desen de kalıyorsa olduğu yerde,
Acını paylaşamadıkça bir başka biriyle, bir başkası olurum diye hayal ettikçe durmadan batmışsan dibe..
Sevda sözlerin, gelecek mutlu hayallerin bu gününü kurtarmaya yetmiyorsa,
Yalnızsan..kimle nerde olursan ol, "O" olmadıkça yalnız kalacaksan,
Okuduğun her şey olmayacak dedirtiyorsa sana...En mutlu anında, sevgilinin koynunda dahi bir hüzün kaplıyorsa seni..
Gitmekk..En uzaklara gitmek..Kendinden kaçıp gitmek varsa hep aklında.
Yüreğin hükmettikçe altında ezilen bedenini kurtaramıyorsan. Aklın karışıyorsa durmadan..
Ve hala Dur! demeyi becerememiyorsan.
Geç mi kaldığının daha yaşayacak çok şey var diyerek önüne mi baktığının düşüncesi arasında kaybolup giderken, özlediğin kokuyu içine çekmeye çalışırken, durmadan durmadan zihninden gitmeyenlerle çabalarken,
arada kalmışlığı yaşarken...
kendini unuturken..
severken..
sevişirken..
özlerken..
kavga ederken..
umudun hiç olmadığını bildiğin halde umut ederken..
güçlü olmaya çalışırken..
kaybetmemek için kendini kaybederken buluverirsen bir an kendini 
işte; ve yazının bir çözüm olduğunu sanırsan yanılma.
 Bil ki kendi çamurunda boğulan biri daha var burda...
Gücünün yetmediği br savaşın içinde, yüreğine söz geçiremediği bir sevdayı yaşıyor delicesine...
Bil ki o da sen gibi kurtulma çabasında...

Bonafide


George Michael-Careless Whisper

One Lovely Blog Award

Sevgili Deep,
Bu güzel ödül için çok teşekkürler sana. Aldığım ikinci ödül öyle bir zamanda geldi ki beni çok mutlu etti... 
Yazılarını, şiirlerini zevle okuduğum Deep'in bana layık gördüğü ödülden sonra yapılmadı gerekleri;
 
Kural 1- Ödülü kabul etmek ve ödülü veren kişiyle bloğunuzda bağlantı kurmak.

Kural 2- Ödülü 15 blogcu arkadaş ile paylaşmak, genele bırakmamak.

Kural 3- Seçilen 15 blogcu arkadaş ile iletişim kurmak ve seçilmiş olduklarını bildirmek.
Yazdıktan sonra sıra sevdiğim blogları mimlemede!! 

2. ÖSD
10. Jessieway

Pazar, Ekim 31, 2010

Cam Sanatları Müzesi,Eskişehir



Türkiye'deki ilk ve tek Cam Sanatları müzesi Eskişehirde.
Yaptığım Eskişehir gezisi boyunca birbirinden güzel yerleri de görme şansı buldum elbette. Bunlardan birtanesiydi bu müze. Eskişehir'in Odunpazarı Evleri kent komplesinde yeniden hayata döndürülmüş 3 evin birleştirilmesiyle oluşturulmuş. Burada Türkiye'deki sanatçıların yanı sıra yurtdışından bir çok ülkenin sanatçları tarafından hediye edilmiş bir çok eseri görmeniz mümkün. Oldukça ilginç ve etkileyici çalışma ve eserlere ev sahipliği yapan müzeyi ziyaret etmenizi kesinlikle tavsiye ederim. 

 ****

***

 ***








 İlgimi çeken eserlerden bir tanesiydi bu maske. Oldukça ince detaylara yapılmış ve acaba takınca nasıl durur merak etmedim değil!!!

Anılara bir + daha!


 Bir önceki yazımda bahsettiğim gibi ziyaretimden güzel anılar, bol kahkahalar, hasret gidermelerle döndüm. Güzelim Eskişehir tam bir Venedik havasında...Yaptığım bu 3 günlük tatil boyunca bir sürü tanıdık yüzle birlikte olmama rağmen  kendimi yabancı bir memlekette gibi hissettim. Öyle bir sonbahar yaşıyor ki Eskişehir büyülenmemeniz elde değil... Şehrin orta yerinden geçen Porsuk çayı öyle güzel bir hava katmış ki şehre, geçtiğiniz her köprü, kenarlardaki ağaçlardan düşen sarı yapraklar, çayın üstünde yüzen gondollar insanı başka başka yerlere sürüklüyor..
Bütün çay boyunca kafanızı her çevirdiğiniz yerde cafe, restaurant, çay bahçesi vb. mekanlar bulabiliyorsunuz.. Genç potansiyel öyle çok ki öğrenci şehri denilmesi kaçınılmaz...Gençler her yerde...Tüm mekanlar gece 04:00 a kadar açık olduğu için istediğiniz zaman istediğiniz gibi bir yerde eğlenebiliyorsunuz.
***


 Şehir düzenli bir şekilde yapılanmış, gözünüzü rahatsız eden bir yapıyla ya da durumla karşılaşmanız çok nadir. Her meydanın orta yerinde bir heykelle güzelleştirilmiş şehir. Anadolu Üniversitesi öğrencilerine ait eserlerin de olduğu birbirinden güzel heykeler tarihi bir hava da katıyor aynı zamanda şehre.
İstanbul gibi trafiğin akmadığı, insanlarının arasında sıkışıp kalmaktan bunaldığınız bir şehirden sonra burda nefes almanın rahatlığını yaşıyorsunuz. Akşam olduğunda şehrin ışıklandırmaları öyle güzel bir atmosfer yaratıyor ki çıkmak istemiyorsunuz.



***
Daha önce de bulunduğum bu şehirde nedense ilk defa görüyormuşum izlenimi yaşadım bu sefer.. Daha çok fotoğraf çekmek, daha çok incelemek, izlemek, görmek istedim herşeyi.. Sonbaharda -ki öyle soğuktu ki bana göre kıştı aslında- bambaşka bir manzaraydı sanki gördüklerim. 

***
Uzun zamandan sonra sevdiklerimle yaşadığım güzel anılarla birlikte, birbirinden güzel fotoğraflarımla geri döndüm. Çok eğlendim, çok gezdim...
***
P.s. Canlar yaşadığım güzel anlar için hepinize teşekkürler..Sizleri çok seviyorum.

Aşkla kalın, 
Bonafide 

Çarşamba, Ekim 27, 2010

sarı, mavi, yeşil, turuncu...


Öyle birşeydir ki yatılı okullu olmak, sahip olduğunuz herşeyin genç yaşta kıymetini daha çok anlamaya başlarsınız. Daha çok sorumluluk vardır üzerinizde, kendin olma savaşı daha bir fazla verilir. 
Ama en güzeli, yanınızdaki hiç bir zaman bir rakip değil aksine hep bir yol arkadaşıdır.
Tüm alışkanlıklarınız, zevkleriniz, tercihleriniz birbirinden farklı da olsa zamanla ya aynı olursunuz ya da bunlarla yaşamayı öğrenirsiniz. Sonra birden bakmışsınız kardeş gibi olmuşsunuz.
Her ağladığınızda birden fazla kucak görürsünüz size açılan ve her kahkahanıza katılacak birden fazla kahkaha...
  O kahkahalar o kucaklar öyle bir yerleşir ki içinizde bir yere çıkarması kolay kolay mümkün olmaz. 
Daha önceki yazımda da bahsettiğim gibi kahkahalarına doymadığım arkadaşlarımın yanına olacağım 3 gün boyunca. En son 3 yıl önce ettiğim ziyaretten sonra bu sefer yine aynı heyecan aynı özlem -belki daha fazlası- ve aynı yaramazlık fikirleriyle dolu şekilde gidiyorum yanlarına..
4 yıl önce bıraktığım aynı sıcaklığı bulacağımdan şüphem olmaksınız gidiyorum hem de!
Elbette değiştik..
Artık bazen birimizi kahkahalara boğan şey kimimize çok saçma geliyor.
Konuşuyoruz, tartışıyoruz, yine hayallerimizden bahsediyoruz.
Olacak olmayacak ne varsa..
Bol bol dedikodu..
Herşey uyumlu olmuyor.
Ama birbimize açılan kucaklar hiç değişmiyor. 
Biz birbirimizi her şekilde seviyoruz.

P.s.1 Kızlar, çok özledim sizleri..Sanıyorum artık buluşma vakti gelmişti..Öpüyorum.
2 Resimlerin sabihi, canım arkadaşım, teşekkürler Ceydam.

Perşembe, Ekim 21, 2010

İstanbul sana tepeden bakıyorum



İstanbul'un bir köşesinden bir köşesine bambaşka dünyalar bulabilirsiniz. Kendi içinde öyle büyük bir dünya ki aynı sınırlarda olmamıza rağmen o hayatları çoğu zaman görmezsiniz. Bir tarafta en sefil, muhtaç bir yaşama şahit olurken bir tarafta da İstanbul'a gökdelenin tepesindeki evinizin bahçesinden bakabilirsiniz. Nasıl zıt bir çelişkidir ben anlamıyorum, açıkçası artık anlamak için için kafamı da yormuyorum. Çünkü öyle bir düzen ki neresinden tutarsanız tutun, çekiştirin bozmanız imkansız. 


Son dönemde İstanbulda 4. sü düzenlenen İDANS festivali kapsamında bir çok yerde etkinlikler düzenleniyor. 
Bir çoğu Avrupa'dan olmak üzere festivale bir çok sanatçı, koreograf, dansçı ve tasarımcı katılıyor. Festivalin bu yılki konusu ise "kozmopolitlik". Sahne gösterilerinden sunumlara, konuşma serisinden atölye çalışmalarına kadar uzanan programda gerek politik açıdan, gerek etik açıdan, gerekse kültürel olarak yaşam biçimlerini anlamaya yönelik çalışmalara yer verilmiştir. 
Projelerden bir tanesi ise size hiç görmediğiniz ve muhtemelen göremeyeceğiniz bir hayatın kapılarını yaşamanız için gerçekleştirilmiş. Proje sahibi Anat Eisenberg Almanya'da karograf ve Mirko Winkel ise yine Almanya'da görsel tasarımcı. Gayet mütavazi ve kibar insanlar. Amaçları ise mimarinin ve tüketim alışkanlıklarının nasıl bir yandan yabancılaştırıken bir yandan da arzuları kışkırttığını incelemek. Bunun üzerine katılımcılarla birlikte İstanbul'un en gözde ve lüks mekanlarına bir geziye çıkıyorsunuz. Geçenler de benimde "merak"ımdan katıldığım bu etkinlikte oldukça hoş birazda trajik anlar yaşadım.
Etkinlik yeri olarak Avrupanın en büyük residence'ı olan Sapphire seçilmişti. Muhtemelen asla giremeyeceğim 216 metrelik binayı gezme fırsatı yakaladım. Yapılan proje ve gördüklerinizin insanı etkilememesi mümkün değil.
54 katlık binada aradığınız aramadığınız herşeyi bulmanız mümkün. Residenceların için tamamen döşenmiş ve bahçeli, otoparkı, yüzme havuzu, golf sahası, alışveriş merkesi ve en üst katta da teras barı -ki İstanbul ayaklarınız altında- insan durup nerdeyim diyor. İlk başka büyülenmiş gibi gezdikten sonra bir an durup kendi kendime "gerçekten paran varsa bu kadar tepeden ve soyutlanarak mı bakıyorsun 'diğerleri'ne?" dedim. Çünkü orda yaşıyorsanız başka bir şeye, başka bir yere, hiç bir gerçeğe ihtiyacınız kalmıyor demektir. 
Biraz hüzünlendim, 1 saatin sonunda da hafifleyerek ayaklarımı yere basabildim. 
Doyumsuzluğumuzun lüks eşyalar, lüks bir yaşam tarzı ile giderilebileceği gibi bir gerçek olsaydı muhtemelen zenginlerin bir çoğu daha fazlasına ihtiyaç duymazdı. İçlerindeki asıl açlığı gösterişle örtbas etmek yerine verici, paylaşımcı ve birlikte olmanın vereceği huzuru tadmayı seçselerdi dünyada daha çok mutlu insan olurdu.
Ama yine de umut etmek, gerçekleşmesini dilemek ve daha çok istemektense daha çok mutlu olabilmek güzel şeyler...
Bir gün herkesin dünyayı aynı gözlerle görebilmesi dileğiyle...

Bonafide

Salı, Ekim 19, 2010

Eskiler gider birşeyler kalır...



             Anılar içinde dolaşıp durdum son zamanlarda..Çoğu geride kaldı kimisini yanıma aldım. Çoğunun üstünü kapattım, kimisine yenisini kattım. Daha fazlasını, farklısını yaşabileceğim farklı ortamlar farklı insanlar yarattım ama geçmiştekileri de unutmadım. İnsan dediğin yaşadıklarının birikimi değil midir? Ben de biriktirdikçe ben oldum. Yönümü değiştirdikçe bir ben daha oldum. İyi-kötü-güzel-çirkin ne varsa herkes gibi bende yaşadım. kimisine çok güldüm, kimisine çok ağladım... 


Hiç hatırlamak istemediklerim aksine kafama daha çok kazındı..Sevmem dediklerimi zamanla sevebileceğimi anladım. Unuturum dedim ama çoğunu hala hatırlıyorum. kimisini çoookk özlüyorum, kimisine gülüp geçiyorum. Hiç birinden nefret etmiyorum. Aksine ben olduğum için seviyorum. Onlarla bir ben olduğum için. Ve çoğunu geride bıraktığım için..

Şimdi çok sevdiğim dostlarım var.. paylaştığım insanlar var. Yenilerine yine açığım..Zamanla azalacaklar mı yoksa çoğalacaklar mı bilmiyorum ama ben ilkini yapmak için çabalayacağım.


Ve şuan beni mutlu eden insanlar..sizinle yaşadığım-yaşayacağım- onca güzel şey yine geride kalacak bir gün, ama daha çok hatırlamak daha çok güzelini yaşamak ve hep yaşamak için çabalacağım..

Cumartesi, Ekim 16, 2010

Rüzgarda savrulmaya hazırım



Tutunduğu daldan kopmuş, rüzgarla bir oyana bir bu yana savrulmuş, biraz hırpalanmış, biraz yorulmuş ama tüm olanla biteni kendi haline bırakmış, kontrolü hayatın getirdiklerine bırakmış biri olmak için heyecan duyan birini gördünüz mü hiç? Aynı serseri bir mayın gibi olmak isteyen...

Beklentiler ve gerçekleşenler birbirini tutmadığı zaman ki hayalkırıklığını yaşamanın ne denli rahatsız edici olduğunu bilenlerdenim. Ama hiç bir zaman büyük hayaller peşinde olup da büyük adımlar atmadım. Hiç bir zaman büyük oynamadım. Beni mutlu edeceğini sandıklarımı yaşadım-ve mutlu oldum. Olmayanların acısını yaşadım ama zamanla unuttum. Yerini başkaları aldı zamanla.. Şimdiyse yine bekliyorum..ama bu sefer o daldan beni hangi güçlü rüzgar alıp götürecek diye bekliyorum..Olacak olan her şeyde -vardır bir hayır elbette- diyerek, karşıma çıkanlar beni şaşırsa da kimi zaman kızdırsa da bekliyorum... Bu sefer kendimce mutlu olacaklarımı seçmek yerine hayatın beni sürüklediği yere gitmeyi ve görmeyi tercih ediyorum. Yorulmak istiyorum.. En çok da çok fazla düşünmeden, kurgulamadan, anı yaşarak önüme gelecekleri merak ediyorum. 




Rüzgarı hissetmeyeli uzun zaman oldu. Uzun zamandır sığınağımdayım. Ama bugün dışarı çıkmaya kararlıyım...
Size beni götürdüğü yerden yazarım...



Aşkla Kalın,
Bonafide



Perşembe, Ekim 14, 2010

Yaşadığımızı hissetmek için neye ihtiyacımız var?


Kurduğumuz hayata öyle bir yerleşiyoruz ki kimi zaman bir adım ötede nelerin olup bittiğini merak etsek de,  görmeye ya da yaşamaya cesaretimizin olmadığını fark ediyoruz. Nefes alıp verişimiz, her sabah uyanışımız, işimiz, öğünlerimiz, sohbetlerimiz, arkadaşlarımız, ailemiz, aşkımız her gün ve her gün bir öncekinden farklı olmadan ve bir çoğu otomatiğe bağlamışcasına ilerleyip gidiyor. Sonra bir bakıyoruz ki aradan günler, haftalar, aylar, yıllar geçmiş...20'sindeki meraklı, hayallerle dolu, özgür, bağımsız yeni ergen yerine 40'ında sadece kendi zevklerini bile ayıracak zamanı zar zor bulan, sorumluluklarının altında kimi -çoğu- zaman kendini unutan, bir -ben-den önce düşünmesi gereken bir çok şeyin olduğu ve her seferinde onların daha önemli olduğu bize öğretilmiş yapılması gerekenler listesiyle yaşayan bir birey oluvermişiz. 


En son yediğimiz hangi yemeğin tadını alarak, zevk alarak yedik ?
 En son bizi heyecanlandıran, içimizi kıpır kıpır eden hangi olaya şahit olduk ? 
Ne bizi gerçekten şaşırttı en son ?
Sevgilinin kokusunu getiren hangi rüzgara yüzümüzü döndük? Gözlerine baktığımızda hangi o büyük hayatı gördük? Canlılığı...Yaşadığının, var olduğunun kanıtı olan nefes almaktan ibaret olmayan canlılığı...
En son o büyük acıyı ne zaman hissetttik? Hani tüm bedeninizi saran, içinizden koparılanlara dayanmaya gücünüzün yetmediği, anlamsızca her seferinde kendinizi paraladığımız, sonrasında duru bir gölün üstüne sakinleşerek uzandığınızı hissetiğiniz, tüm enerjinizi boşalttığınız kadar büyük bir acıyı...

Yaşadığımızı biraz olsun hissedebilmek için oysa hangi adımı attık ki? 

Hayat sadece verilen sorumluluklardan, yapılması gerekenlerden, aynı monotonluklan, aynı sözlerden ibaret olmasa gerek... Bizi ayakta tutacak bir gücü içimizde biryerlerde bulmamız gerek.Ve zaman 20 yıl önceyi de sonrayı da gösterse her anda yapılacak, hayatın içine dalınacak bir neden olsa gerek..


Hayatı sadece kendi oluştuduklarınızın içinde kurmamanız dileğiyle...
Daha görecek çok şey var ve yaşayacak...

Pazartesi, Ekim 11, 2010

Herşey tamam, bir şey eksik?

 Eskiden dünyada, görünüşte dağınık ama iç dünyaları derli toplu insanlar vardı.Oysa şimdikilerin dış görünüşleri derli toplu ama iç dünyaları dağınık. insansız kaldığımızda ruhumuzun yırtılacağını biliyoruz. “Yalnız kalmak istiyorum” demek için bile bir insana ihtiyacımız var. Bu yüzden ortak meka...nlar oluşturup yan yana geliyoruz. şakalar yapıyor, sırlarımızı anlatıyoruz birbirimize. Ama birden bir kurt düşüyor içimize.“Bir şey eksik” diyoruz. “Bir şey eksik ama ne?…”

***
Hevesle dokunuyoruz raflardaki yeni çıkmış kitaplara. Kitaplar okuyoruz durmadan. Bizimle hiç tanışmayan, bizi hiç tanımayan bir yazarın yolculuğuna eşlik ediyoruz; içimizde kocaman bir düş coğrafyası açılıyor. Ancak son yaprağı da bitirip, kitabı kapatınca, yapayalnız kalıyoruz o coğrafyanın ortasında. Bütün cümlelerin tamam, bir tek cümlenin eksik olduğunu hissediyoruz.Düşünüyoruz, eksik olan ne?…

***
Ders çalışıyoruz geceler boyu. Dem tutması hiç eksilmiyor ocağın üstündeki çayın. Küllükler bir boşalıp bir doluyor. Okulu bitirirsek her şeyin yoluna gireceğine inanıyoruz. inanıyoruz ki, şu koridorlardan, ay başında beklenen harçlıklardan, sıkıcı anfilerden kurtulduğumuzda her şey yoluna girecek. Okulun uzaması ödümüzü koparıyor neredeyse. Nihayet gülümseyerek bakıyoruz, duvarlara öylesine asılmış, buruşuk imtihan sonuçlarına. Yumruğumuzu sıkarak, “bitti” diyoruz, “işte bitti, şükürler olsun.” Fakat birden kaçıyor hevesimiz. Bir şeyin hiç bitmediğini, hiç bitmeyeceğini anlıyoruz. Kafamızı kurcalıyor bu eksilik. Bitmeyenin ne olduğunu soruyoruz kendimize hücumla. Hevesimiz kursağımızda kalıyor.Bir eksikle ayrılıyoruz koridorlardan…

***
Cebimiz para görürse, hayatın yoluna gireceğini düşünüyoruz. Kapılar aşındırıyoruz bu yüzden. Dil döküyoruz boyunları yağdan kaybolmuş, gözleri karanlık bir kuyudan bakan patronlara. Bütün becerilerimizi sıralıyoruz, beceremediklerimizi bile. Nihayet gözüne giriyoruz, bize kuşkuyla bakan ketum cebin. Müjdelerle koşuyoruz ev halkına, arkadaşlara. Herkese söz verdiğimiz ilk maaşla, yine herkese az buçuk bir şeyler alıyoruz. Kuyruğu doğruluyor böylelikle işimizin. Ama bir sabah işe giderken, o malum kuşku oyuyor içimizi. Asıl eksik olanın işimiz olmadığını, başka bambaşka bir şeyin eksik olduğunu hatırlatıyor uyuklayan belleğimize.Yırtınmaya başlıyor belleğimiz: “Bir şey eksik, ama ne?…”

***
Aşık oluyoruz o kocaman eksiği telafi etmek için. Geceler boyunca yıldızları sayıyoruz, uykumuza veda ediyoruz aşk için. Bütün çıkarcılığımız bitiyor aşk kapıyı çalınca. Gözlerimiz cennetten koparılmış bir parça gibi bakıyor hayata. Dilenciye merhamet ediyoruz mesela, cebimizi sebil gibi açıyoruz herkese. Herkesten bize dua etmesini istiyoruz: aşk için. öylesine kırılgan, öylesine çaresiz bekliyoruz ki sevdiğimizi, gecikmesi akla hayale gelmedik endişeler doluşturuyor içimize. Ve şu hain endişe: acaba aşk bitti mi? Birden bütün kalabalığın arasında onu görüyoruz. Yeniden dönmeye başlıyor dünya. Irmaklar yeniden akıyor. Göğsümüzde hesapsız bir ferahlık, “hoş geldin” diyoruz. Gelin görün ki günlerin cenderesine nasıl sıkışıyor bir yerimiz. Aşkın bile telafi edemediği bir şeyin eksik kaldığını kavrıyoruz dehşetle.Bitkinlikle soruyoruz: “aşk değilse ne?…”

***
Sonra annelerimize dönüyoruz yeniden. Dünyadaki en korunaklı sığınağımıza. Bütün yaşadıklarımızı, bütün yaşayacaklarımızı bir kenara bırakıp, onun ocağındaki aşı yudumluyoruz iştahla. Tam karşımıza geçip hevesle bizi seyrediyor anne. Göğsünden hayata uğurladığı kırlangıcı. Hevesi azalmasın diye, daha bir kocaman alıyoruz lokmaları ağzımıza. Gizli bir oyun başlıyor anneyle çocuk arasında. çok iyi hatırlanan, çok eskilerde kalmış. Sonra yumuşak yataklar seriyor altımıza. Gece, bir girip bir çıkıyor odamıza merakla: acaba yorganı tekmeleyip üstümüzü açtık mı? Mahsus üstümüzü açıyoruz azcık; gelip nizama sokuyor yorganı, kafamızı yastığa gömüyoruz, yeşil yosuna sokulan kuğunun başı gibi. Ama birden, bizim aralanmasın diye can attığımız bir sorunun üstü açılıyor, yılan gibi kıvrılıyor yorganın içinde. iniltiyle dökülüyor ağzımızdan cümleler:“Allah’ım, bir şey eksik ama ne?…”

***
Sonra gelecek günlerimizi boyadığımız tablonun renkleri karışıyor birbirine.

Hep kaçtığımız o soruyu soruyoruz kendimize:
“Yoksa eksik olan biz miyiz?…”
Ali Ayçil

Cuma, Ekim 01, 2010

Antep yemeklerinden hatıra...

Aslında bu yazıyı 1 hafta önce yazmış olmam gerekirdi. Ne kısmet ki taa.. bu güne geldi. Güzelim memleketimin yörelerimizin kendine has havası bir başka güzel. Yediğimiz yemekler, söylediğimiz türküler, adetler, töreler ne de güzel. Geçen pazar Gaziantepliler Derneği'nin düzenlediği Geleneksel Antep Yiyecekleri Şenliği'ne parkımın ev sahipliği etmesi nedeniyle katılmış bulundum. Aman benim gibi acısına, tatlısına, tuzlusuna, ekşisine düşkün biri için ne güzel bir yerdi orası öyle...

Çok sıcaktı, çok kalabalıktı, çok zengindi, rengarenkti..bol  kokulu, bol gürültülü ama bir o kadar da eğlenceliydi. İlk defa katıldım böyle bir yöresel şenliğe, oldukça da hoşuma gitti.

Antep'e özgü bir çok yiyeceğin bir arada olduğu, damak zevkinize illaki birinin uyacağı bir yerdi. Seviyorum yöresel tatlaları.. öyle yemek ayırt eden biri de değilimdir hem... Oldukça zevk aldım...Hem yedim... Hem oynadım..

Boğazda bir başka ben

Güneşsiz bir güne daha başlayıp -olsun yine de güzel olacak her şey- diyerek attım kendimi sabahtan parka.Yürüdüm biraz, dinlendim, daha uyanamamış kedileri sevdim. Nedense diğer sabahlara göre pek bir boştu bu gün parka ya da bana öyle gelmişti bilemiyorum. Sabah sporumu bitirip yine aynı yoldan evin yolunu tuttum. Giderken ve dönerken hep farklı yolları tercih ediyorum ama..bilmiyorum neden, ama öyle. Güzel bir kahvaltıdan sonra evdeki 4 kadın attık kendimizi sokağa..İstikamet Kanlıca!!! Annemin çok sevdiği bir çocukluk arkadaşı kızını alıp 1 haftalığına tatile geldi yanımıza. E bizde bu bahaneyle gitmediğimiz yerlere yeniden gider olduk.

Bir başka hava vardı sanki bu gün İstanbul'da.. Böyle grilerle dolu ama arada güneşin yüzünü göstermek ister gibiydi. Sevmem fazla böyle havaları illaki başımı ağrıtır, rahatsız eder, nedensiz gerginlik yapar üzerimde. Hoş öyle de oldu yine ama boğaz havası, manzarası iyi geldi bedenime. En çok da bir kaç küçük balıkçı teknesine bayıldım. Lise çağlarım güzelim Sinop'ta geçmişti ve oradan çok alışığım bu takalara. Okulumuz deniz kıyısındaydı ve tüm pencereler karadenize bakardı. Bazı geceler irili ufaklı bir sürü tekne balığa çıkardı da böyle denizi acayip süslerlerdi ışıklarıyla. Biz de ışıkları yakıp söndürerek sanki izlediğimizi fark ettirirdik. Kendimizce oyun oynardık işte :) Yosun kokusuna da 'kara' denize de alışığım anlayacağınız. İşte yine Sinop'u hatırlattı bana oralar...

Kanlıca da yoğurdumuzu yedikten sonra Çengelköy'e tarihi Çınaraltı çay bahçesine attık kendimizi..Daha önce de gitmiştim ama böyle puslu havalarda bir başka güzel oluyormuş bir kez daha anladım. Ne çok kalabalık var ne de çok gürültü var. Çayını ve sıcacık simidini al ve boğazın kokusuyla, manzarasıyla keyfine bak...Zaman gelip geçti ama bize yetmedi bir de ordan çıkıp Kızkulesinde oturalım denildi... Orda da aynı hava aynı manzara vardı.. Az insan..Bol huzur..
Çok gezdik..çok dinlendik..İstanbul'a, Boğaz'a, eski anılara bol bol doyduğum bir cuma yaşadım böylece...
Eskiden Sinop'ta çok severdim pencereden gördüğüm manzarayı, her gün karşımda, yanıbaşımdaydı. Yine öyledir aslında ama şimdi arasıda olsa gördüklerim bir başka büyüleyici, etkileyici, bir başka alışkanlık oluvermiş sanki... Değişmem, değişemem gibi...

Pazar, Eylül 19, 2010

__protection__

"....
Sometimes you look so small, need some shelter
Just runnin' round and round, helter skelter
And I've leaned on you for years 

Now you can lean on me
And that's more than love, that's the way
It should be
Now I can't change the way you think
But I can put my arms around you
That's just part of the deal
That's the way I feel
I put my arms around you

...."

Kimileri bizim için sığınacak bir kucak olurken, kimilerine de biz aynı görevi üstleniriz nedense. Roller hep bir diğerine göre değişip durur. Kimi için çok küçüğüzdür daha, daha saf, daha muhtaç, kimi içinse oldukça olgun bir insan. Yarattığımız dünya kendimizin sahip olduğu ve yönlendirebildiğimiz bir dünyayken, varolmaya çalıştığımız dünyada kaybolmamak için savaşır savaşır dururuz.
Birden fazla insan olmak çok daha fazlası olmak böyle bir şey olsa gerek. 


Cuma, Eylül 17, 2010

Sen de "yaratıcı"ysan, hadi sokağa

                Oldum olası sevmişimdir Festivalleri...
Farklı dilden, farklı kültürden bir çok insanı ortak zevkleriyle bir araya getiren muhteşem organizasyonlar bence :) İstanbul 2010 Kültür Başkenti kapsamında 26 Eylül'e kadar devam edecek olan jonglör, akrobasi, canlı heykel, pantomim gösterileri, ateş şovları, kabareler, flamenko dans, break dans, beden perküsyon etkinlikleri, seminerler, flash mob’lar gibi aktivitelerin yer aldığı " yaratıcı sokaklar festivali" bugün başladı. İlk günden katılmayı ne kadar çok istesem de mümkün olmadı ama önümüzdei bir hafta içerisinde kesinlikle katılmayı düşünüyorum. Festivalin güzel yanlarında biri ise orada sadece yapılan şovları izlemeyeceksiniz, isteyen herkes jonglörlük, akrobasi, break dance, flamenko dans, beden perküsyon gibi konularda ücretsiz olarak eğitim alabilecek. Aynı zamanda önceden rezervasyon yaptırarak Flash mob lara katılabilirsiniz. :) 
Türkiye dışından da sanatçıların katıldığı bir hafta sürecek olan festivale katılmanızı şiddetle öneririm..
Yaratıcı olalım biraz :)
 





Festival hakkında bilgi almak isteyenler Pera Güzel Sanatlar'dan ve takvime burdan ulaşabilirler.


LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...