Perşembe, Ekim 21, 2010

İstanbul sana tepeden bakıyorum



İstanbul'un bir köşesinden bir köşesine bambaşka dünyalar bulabilirsiniz. Kendi içinde öyle büyük bir dünya ki aynı sınırlarda olmamıza rağmen o hayatları çoğu zaman görmezsiniz. Bir tarafta en sefil, muhtaç bir yaşama şahit olurken bir tarafta da İstanbul'a gökdelenin tepesindeki evinizin bahçesinden bakabilirsiniz. Nasıl zıt bir çelişkidir ben anlamıyorum, açıkçası artık anlamak için için kafamı da yormuyorum. Çünkü öyle bir düzen ki neresinden tutarsanız tutun, çekiştirin bozmanız imkansız. 


Son dönemde İstanbulda 4. sü düzenlenen İDANS festivali kapsamında bir çok yerde etkinlikler düzenleniyor. 
Bir çoğu Avrupa'dan olmak üzere festivale bir çok sanatçı, koreograf, dansçı ve tasarımcı katılıyor. Festivalin bu yılki konusu ise "kozmopolitlik". Sahne gösterilerinden sunumlara, konuşma serisinden atölye çalışmalarına kadar uzanan programda gerek politik açıdan, gerek etik açıdan, gerekse kültürel olarak yaşam biçimlerini anlamaya yönelik çalışmalara yer verilmiştir. 
Projelerden bir tanesi ise size hiç görmediğiniz ve muhtemelen göremeyeceğiniz bir hayatın kapılarını yaşamanız için gerçekleştirilmiş. Proje sahibi Anat Eisenberg Almanya'da karograf ve Mirko Winkel ise yine Almanya'da görsel tasarımcı. Gayet mütavazi ve kibar insanlar. Amaçları ise mimarinin ve tüketim alışkanlıklarının nasıl bir yandan yabancılaştırıken bir yandan da arzuları kışkırttığını incelemek. Bunun üzerine katılımcılarla birlikte İstanbul'un en gözde ve lüks mekanlarına bir geziye çıkıyorsunuz. Geçenler de benimde "merak"ımdan katıldığım bu etkinlikte oldukça hoş birazda trajik anlar yaşadım.
Etkinlik yeri olarak Avrupanın en büyük residence'ı olan Sapphire seçilmişti. Muhtemelen asla giremeyeceğim 216 metrelik binayı gezme fırsatı yakaladım. Yapılan proje ve gördüklerinizin insanı etkilememesi mümkün değil.
54 katlık binada aradığınız aramadığınız herşeyi bulmanız mümkün. Residenceların için tamamen döşenmiş ve bahçeli, otoparkı, yüzme havuzu, golf sahası, alışveriş merkesi ve en üst katta da teras barı -ki İstanbul ayaklarınız altında- insan durup nerdeyim diyor. İlk başka büyülenmiş gibi gezdikten sonra bir an durup kendi kendime "gerçekten paran varsa bu kadar tepeden ve soyutlanarak mı bakıyorsun 'diğerleri'ne?" dedim. Çünkü orda yaşıyorsanız başka bir şeye, başka bir yere, hiç bir gerçeğe ihtiyacınız kalmıyor demektir. 
Biraz hüzünlendim, 1 saatin sonunda da hafifleyerek ayaklarımı yere basabildim. 
Doyumsuzluğumuzun lüks eşyalar, lüks bir yaşam tarzı ile giderilebileceği gibi bir gerçek olsaydı muhtemelen zenginlerin bir çoğu daha fazlasına ihtiyaç duymazdı. İçlerindeki asıl açlığı gösterişle örtbas etmek yerine verici, paylaşımcı ve birlikte olmanın vereceği huzuru tadmayı seçselerdi dünyada daha çok mutlu insan olurdu.
Ama yine de umut etmek, gerçekleşmesini dilemek ve daha çok istemektense daha çok mutlu olabilmek güzel şeyler...
Bir gün herkesin dünyayı aynı gözlerle görebilmesi dileğiyle...

Bonafide

1 yorum:

mine dedi ki...

katılıyorum bahçe içinde bir siteyi tercih ederim sanırım
öte yandan tercihe göre herşeyi içinde olan bir yerler güzel de olabilir

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...