Pazar, Eylül 19, 2010

__protection__

"....
Sometimes you look so small, need some shelter
Just runnin' round and round, helter skelter
And I've leaned on you for years 

Now you can lean on me
And that's more than love, that's the way
It should be
Now I can't change the way you think
But I can put my arms around you
That's just part of the deal
That's the way I feel
I put my arms around you

...."

Kimileri bizim için sığınacak bir kucak olurken, kimilerine de biz aynı görevi üstleniriz nedense. Roller hep bir diğerine göre değişip durur. Kimi için çok küçüğüzdür daha, daha saf, daha muhtaç, kimi içinse oldukça olgun bir insan. Yarattığımız dünya kendimizin sahip olduğu ve yönlendirebildiğimiz bir dünyayken, varolmaya çalıştığımız dünyada kaybolmamak için savaşır savaşır dururuz.
Birden fazla insan olmak çok daha fazlası olmak böyle bir şey olsa gerek. 


Cuma, Eylül 17, 2010

Sen de "yaratıcı"ysan, hadi sokağa

                Oldum olası sevmişimdir Festivalleri...
Farklı dilden, farklı kültürden bir çok insanı ortak zevkleriyle bir araya getiren muhteşem organizasyonlar bence :) İstanbul 2010 Kültür Başkenti kapsamında 26 Eylül'e kadar devam edecek olan jonglör, akrobasi, canlı heykel, pantomim gösterileri, ateş şovları, kabareler, flamenko dans, break dans, beden perküsyon etkinlikleri, seminerler, flash mob’lar gibi aktivitelerin yer aldığı " yaratıcı sokaklar festivali" bugün başladı. İlk günden katılmayı ne kadar çok istesem de mümkün olmadı ama önümüzdei bir hafta içerisinde kesinlikle katılmayı düşünüyorum. Festivalin güzel yanlarında biri ise orada sadece yapılan şovları izlemeyeceksiniz, isteyen herkes jonglörlük, akrobasi, break dance, flamenko dans, beden perküsyon gibi konularda ücretsiz olarak eğitim alabilecek. Aynı zamanda önceden rezervasyon yaptırarak Flash mob lara katılabilirsiniz. :) 
Türkiye dışından da sanatçıların katıldığı bir hafta sürecek olan festivale katılmanızı şiddetle öneririm..
Yaratıcı olalım biraz :)
 





Festival hakkında bilgi almak isteyenler Pera Güzel Sanatlar'dan ve takvime burdan ulaşabilirler.


Perşembe, Eylül 16, 2010

yorgun...

Yorgun, hafif sarhoş ve rahatsız bir haldeyim...içtiğim şarabın, çoğunu döktüğüm mojhito'mun ve en önemlisi yanımda bulunan insanın etkisindeyim şuan. o kadar çok çok şey konuştuk ki bir çoğunu hatırlamıyorum bile.. En son hatırladığım şey benim için değerli olduğunu söylemek ve onun için değerli olduğumu duymaktı..Aşklar, ilişkiler, beklentiler, gelecek, kaygılar, geçmiş, yaşanmışlar, keşkeler, iyikiler...Saatlerce sohbetten sonra ortada kalan tek kelime "benim için değerlisin" olmuştu işte. Öyle de, biliyorum. Hissediyorum. Yaşıyorum. 

Küçükken değer görmek istediğimiz en önemli insanlardı ailemiz, sonra yerini okul arkadaşlarımız, sonra yerini sevgilimiz "sevdiğimiz" alır oldu. Bir diğerinin gözündeki önemimiz gitgide arttı. Kendimiz için değerli olmaktan öte, başkası tarafından değerli olmak öğretildi hep bize ve hep öyle  devam etti. Hiç hatırlamıyorum " ben çok değerliyim " dediğimizi bir başka insana, hep istedik ki o bunu bilsin ve onun için de aynı şey hissedilsin. Ne kadar çok büyük bir beklenti oysa. Bu kadar mı sevilmeye, saygı görmeye, değer verilmeye açız? Ve eğer bu kadar ihtiyacımız varsa neden önce kendimiz kendimize verdiğimiz değeri diğeriyle paylaşamıyoruz? " Ben değerliyim " demek çok büyük bir bencillik mi? Ya da karşıdan beklerken bencillik olmuyor mu? 

Şuan öylesine mutlu ediyor ki beni bir başkası tarafından değerli görülmek, kendime haksızlık ettiğimi düşünmeye başlıyorum. kendime bu kadar değer verirken mutlu olduğumu hatırlamıyorum. Hep bir başkasının onayı ya da hep bir başkasının düşüncesi ve hissettiği daha mı önemli bizim için? 
...
Bilmiyorum... sadece kendime çok değer verdiğimi ve bana değer verdiğini bildiğim insanın olduğunu bilmenin mutluluğunu yaşıyorum ama hangisinin daha ağır bastığını bilmiyorum... Ve hangisi daha çok gerekli ? bilmiyorum.
Kendim mi, bir diğeri mi ?

Salı, Eylül 14, 2010

Samimi kadın flötöz kadın mıdır?

İlişkilerde sürekli kıskançlıklara neden; bir diğeri ve aradaki samimiyet! Kadın ve erkek diye ayırmaktan hiç bir zaman hoşlanmayan ben -ki burda da örneklerini bilmeme rağmen daha çok kadın üzerinden yazmak istiyorum bu yazıyı. Yaşadığımız toplumda kadın ve erkeklerin birlikte yer almadığı bir ortam hemen hemen yok denecek kadar azdır.  Her yerde birlikteyiz artık, sokakta, okulda, işte, alışverişte, hukukta ve tabiki evde ve yatakta. Bu kadar alanı paylaşmaya başlamışken, görev ve sorumluluklar eşitlenmiş, herkese eşit hak ve özgürlükler sunulmuştur! Peki bunca eşitliğin içinde hala daha kadınların, erkekler ve hatta kadınlarının kendilerinin gözünde bile erkeklerlerden daha farklı görülüp değerlendirilmesi hangi yarattığımız topluma uyduğunu merak ediyorum.

Bir kadının yeni tanıştığı bir kadınla sohbeti, dedikoduları, kahkahaları -ahh kadınlar!!- dedirttirken, aynı kadın yeni tanıştığı bir erkekle sohbet ettiğinde, sadece gülümsediğinde "samimi" kadının flört ettiği mi anlaşılıyor? Sürekli birlikte yaşarken nasıl böyle bir anlam farklılığı yarattığımızı merak ediyorum. Neden ilki gayet kabul edilebilir ve normal hatta -evet kadınların her zaman yaptığı şey bu- şeklinde yorumlanırken, diğer samimiyet başka sinyaller vermek zorunda? Hemcins ve karşıcins olmanın avantaj-dezavantaj-ını mı oluşturuyor bunlar? Hemcinsimiz her zaman daha yakın, daha iyi ve daha normal mi? O bizden biri mi daima? Ve hep bir diğeri mi var farklı anlamlar yükleyebileceğimiz? 
Hepimiz biliyoruz ki bir kadın bir erkeği istediğinde ya da bir erkek bir kadını, arada yaratılanlar çok daha farklı olur. Peki biz eşitlikçi toplumun insanları, kadının kadına yaklaşımını, erkeğin erkeğe yaklaşımını "normal" standartları altında değerlendirirken, birbirine yaklaşımları ateş mi çıkarmalı? Bir soru işareti mi yaratmalı? İlişkileri bulandırmalı, kıskançlıklar mı olmalı? Elbette biliyorum mekan, zaman önemlidir böyle şeylerde, ya da bu da bize öğretilmiştir kimbilir...  Bireyler kendi düşündüklerini, öğretilenleri bir diğerine aktarırken ve toplumları oluştururken verdikleri tepkiler ve kararların, ön yargıların değişmesi nasıl beklenebilir ki? Ve bundan  en çok nasibini alan kadınların samimiyeti flört değerlendirmesinden nasıl çıkabilir ki?



Kurduğumuz ilişkiler yalnızca iki bedeni bir araya getirmemeli diye düşünüyorum ben. En önemli olan şeyi fikirleri bir araya getirmek olduğunu, insanlara cinsten öte bakılması gerektiğini ve en önemlisi bir kadının gülümsemesi altında bu kadar derin anlamlar aranmaması gerektiğini düşünüyorum.  Ne karşıdaki ne de dışardaki tarafından...

Karanlıkta Yemek

Bir an için kapatın gözlerinizi...
Görmediğinizi düşünün! Nasıl algılardınız çevrenizi?..
Duyarak, koklayarak, dokunarak, tadarak...

Kör fotoğrafçılar derneğinin yürüttüğü proje altında, zifiri karanlıkta sevdiklerinizle, tanımadığınız ve yemek boyunca göremeyeceğiniz kişilerle birlikte yemek yiyip, dans edip görme duyunuzdan çok diğer duyu organlarınızı daha fazla keşfedeceğiniz bir gece! 
İlk duyduğum anda oldukça ilgimi çekti açıkçası ama ben daha romantik olarak yaklaşmıştım ki olaya -taa ki aslında bunun altında görme engellilerin hayata bakışını, algısı ve daha az önem verdiğimiz diğer duyu organlara daha fazla dikkat çekmek nedeniyle oluşturulmuş bir proje olduğunu öğrendim. Sonrasında düşününce bu daha da ilgimi çekti.

 

Doğuştan görme engelli 100 arkadaşın istanbul'u resmedip 2010 yılında " İstanbul'a bakıyorum gözlerim kapalı " adlı sergiyi açmak amacıyla oluşturulmuş bir proje. Her fotograf ünlü yazarlarla bir araya gelip onu anlatan küçük yazlılar yazılıyor. Fakat proje yaşama dönüştürülememiş. Bu nedenle finansal açıdan destek sağlamak için " karanlıkta yemek " projeye dahil edilmiş. Amaç, mekan ve proje oldukça ilgi çekici.

İlgisini çekenler burdan irtibata geçip bu geceyi tadabilirler. Ve burdan bilgi alabilirler.

Cuma, Eylül 10, 2010

önce kendimiz mi, sevdiklerimiz mi?

"Kendilerini sevmekte zorlanan insanlar, neredeyse daima bağışlamaya yanaşmayan insanlardır,Çünkü bağışlamak o özel kapıyı kapatacaktır. Bağışladığımızda ve serbest bıraktığımızda , omuzlarımızdan sadece büyük bir yük kalkmakla kalmaz, aynı zamanda kendimize karşı bir sevgi kapısı açılır. İnsanlar sık sık * Oh omuzlarımdan büyük bir yük kalktı,* diyorlar çünkü gerçekten de çok uzun süredir taşıdıkları bir yükten kurtuluyorlar.
Dr. John Harrison , Kişinin kendini ve ebevynlerini bağışlamasının , antibiyotiklerden daha fazla hastalığı iyileştirebildiğini söylüyor.
Bağışlamadığımızda , bir türlü serbest bırakamadığımızda , kendimizi geçmişe bağlarız ve geçmişe sıkışıp kaldığımızda , şimdide yaşayamayız; şimdide yaşayamadığımız takdirde de nasıl görkemli ve parlak bir gelecek yaratabiliriz ki… Geçmişten gelen eski çöpler, gelecek için daha fazla çöp yaratır… " Diyor Louıse L.Hay;
Hayatımızda kalbimizi kıran, bizi hayal kırıklığına uğratan, ummadığımız şeylerle karşılaşmak zorunda bırakan o kadar çok insan varki..Ki bunlardan en önemlisinin de kendimiz olduğunu düşünüyorum. Fark etmeden duygularımızla çelişen işler yaptığımızda, beklentilerimizi karşılamadığımızda ya da içimizde barındırdığımız kötü duygularla yüzyüze geldiğimizde asla affedemediğimiz kendimizi sürekli nereye saklıyoruz ? Ama karşımızdaki için en kolay yolu -hayatımızdan çıkararak, mesafe koyarak- seçtiğimizi düşünüyorum. Peki affedemediğimiz kendimizi için ne yapıyoruz sizce? Sürekli biryerlerde asılı duran düşünceler her seferinde daha çok büyümek,birikmek için fırsat kollarken hala onları aynı yerinde bırakmak daha mı kolay bizim için? 
Louıse L.Hay düşündüğüm şeyin tam tersini söylemiş yukarda, ama mekanizma aynı yürüdüğü sürece her yol aynı yere çıkıyor değil mi ? Sevmeye, kabullenmeye ve iyileşmeye...Sadece bize hangisinin daha yakın olduğuna karar vermek gerekli yada hangisinin kolay geldiğine..Kendimizle yüzleşmek mi yoksa sevdiklerimizle mi ?

 

Pazar, Eylül 05, 2010

Anlamak Mümkün mü?

Bu kadar mı kopuk ve anlamsız ilişkiler içindeyiz, birbirimizi anlamaya çalışmak, hayatlarımıza saygı duymak bu kadar mı zor?
Yoksa ilişkilerdeki hep erkek egemen tarzın, yıllardan beri süre gelen kadının ikinci planda olması bu gelişmiş ve modern ve 'daha çok farkında' olduğumuz toplumda hala farkettirmeden ve sinsice devam etmesinden mi kaynaklanıyor? Bildiğim tek bir şey var, bir kadın olarak, bu yorucu ilişkilerin artık nereye kadar devam edeceği konusundaki şüphelerim. Evet tek bildiğim Şüphe!! 

Her ilişkide sevgili,arkadaş,aile..hayatımıza kattığımız onca insanı bu kadar sahiplenmek ve bir zaman sonra "kendi" doğrularımızın bir başkasının da "doğrusu" olduğunu yine "kendimizce" karar vermek de neyin nesi böyle? Farklı hayatlardan gelip, farklı düşüncelere, farklı duygulara sahip olup ve bunu da gayet olası olduğunu kabullenip hatta çoğu zaman bu farklılığı cezbedici bulup biraz içiçe girince insan neden bu farklılıkları törpülemeye kalkar ki?
Bu kadar mı zor ayrımlarla birarada yaşamak? 
Yoksa daha kendi içimizde bile bunu başaramadık mı? 

Kendini bulma çabasıyla, daha iyi ilişkiler kurabilmek, anlayabilmek için okunan onca bilgilendirici kitaptan sonra her bir düşünceyi fazla bensemeye çalıştıktan sonra aslında asıl amacın daha fazla bir "ben" olma çabası olduğu çıkarımı doğuyor bende. Ya da çok kötü bir birer uygulayıcıyız. Yeteneklerimiz sınırlı olsa gerek, yoksa bunun başka bir açıklamasını bulmakta zorlanıyorum. İçimizdeki bu bencil duyguları kendimizin yarattığını bile bile sonucunda hem sevdiğimizi hem de kendimizi kırmaktan öteye gidemediğimiz halde, neyin güç göstergesi olduğunu, neden hala bu duyguları yarattığımızı anlamıyorum. Kolay olan bu mu ? 
Kendimizi ve duygularımızı bile anlamak bu kadar zor mu ?
Eğer öyleyse bu gizliden gizliye çatışmalı ilişkilerde kimin galip çıkacağını merak ediyorum. Ya da kimin diğerinden önce yok olacağını...


LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...