Cumartesi, Aralık 31, 2011

happy new year!


Herkese güzel, mutlu, sağlıklı sıcacık aşk ve sevgi dolu bir yıl diliyorum.
Aşkla Kalın.
Bonafide

Pazar, Ekim 30, 2011

Yaşamak


İnsan sabrı çok fazla sınanmamalı..
Sabır dediğin şey ateş üstündeki suya benzer, kaynadıkça buharlaşır gider..
O ateşin gücü, ısısı ne olursa olsun değişen yalnızca süresidir.
*
Şu Hayatı dertsiz, tasasız, telaşsız, meraksız yaşayan var mı?
Sadece yaşamak olduğu için yaşayan.. yaşamak bir görev olduğu için yaşayan. İstemeden, dilemeden, beklemeden yaşayan.
Bazen bakarken kendime, çevreme, beni çevreleyen her şeye bu telaşe hengame içinde, bu -kendine hayat yaratamamazlığın- içinde bu kadar savrulup giderken, zaman kavramı gerçek anlamını yitirip 24 saatte bir başa saran "aynı"ların içinde dolandığımız bir hale gelmemiş miyiz? diye soruyorum...Sonra da ben neden hep aynı soruyu soruyorum diyorum.
Bir yanım yetişme, hayatı yakalama telaşındayken bir yanım yalnızca var olma arayışında.
Bir bütün olma istediğiyle bir hayatı yaşama biçimi nasıl da farklılık gösteriyor-muş oysa ki.
*
Dur diyemeyeceğim bir şeyin peşinden gittiğim çok olmuştur.
Amacım o durmuyorsa onunla yol almaktır derim. eylem değişir ama birliktelik bozulmaz.
Ve gidilen yol her zaman aranılan yola çıkar.
Belki uzar, dolanır, karmaşıklaşır, belki engeller engelleri yaratır ama amaca -değişmiş olduğu haliyle ulaşılır.
*
Bir yere, bir şeye ait olma ihtiyacıyla oluşturulmuş her topluluğun ardına gizlenmiş her birey kendi başına, kendi hayatıyla kaldığında ve kendi hayatını bir başkasına gösterme telaşı yaşamadan yaşamaya başladığında gidilecek yol yok aslında..Ve telaşlar, meraklar da yok..
Sabır diye bir şey de yok..Çünkü sabrını sınayacak birileri de, onlarla alışverişe geçilecek nedenler de ve kendini beğendirme cabası da yok-olacak..

Yoksa bu bizi daha mı mutlu, huzurlu yapacak?

Yoksa bu bizi daha mı yalnız bırakacak?

Deneyimlenmeyen hiçbir şey cevabını bulamayacak.
Deneyimse hiçbir zaman tam anlamıyla bir cevap olamayacak.

O yüzden insan sabrı çok fazla sınanmamalı,
Çok fazla sorgulanmamalı,
Yaşamak en basit haliyle kalmalı ve öyle yaşanmalı.

Bonafide.


Cuma, Ekim 14, 2011

yeni

Ne zaman kaçtığımı sansam köşeyi dönmeden yakalıyor beni bir ses, bir görüntü, bir dürtü..
Ne zaman alıştığımı sansam yüz yüze gelince doluveriyor gözlerim,
Komik bir şeyler izlerken ve insanlar buna kahkahalarla gülerken, acıklı acıklı sırıtıyor buluyorum
kendimi..
Ta derinden bir şey yakalamış da beni dokunduğu gerçekle baştan aşa boyamış gibi..
Yeni şiirler yazayım, yeni kitaplar okuyayım, yeni bir filme gideyim..yeni olsun derken her şey çevremde biriktirip de oraya buraya sıkıştırdığım tüm o 'eski' ler hiç ummadığın anda unuttuğum o dolaptan, o çekmeden, o yerden,o pencereden, her yerden üzerime yığılır buluyorum..
Gücün böyle anlarda yetmez üstünden kaldırmaya,
Ya altında kaybolup gitmek vardır çözümde ya da tek tek toplayıp kapının önüne koyu vermek.

Bir insan var oluyor da nasıl oluyor bir sormak lazım..Düşünmek lazım.Ölçmek lazım..
Yaşamadan, yaşatmadan bir bakmak lazım. Tecrübe edilmişliklerin geri dönüşü olmuyor çünkü..
Bazen hayat size siz farkında olmadan, istemeden, gücünüz yetmeden yaşatıyor, bazen de  tam tersini yaşatıyoruz. Meraklarımız ve bilinçsizliğimiz bize yol gösteriyor.
Sonuç hep öğrenilmiş çaresizliklere, tecrübe edilmiş ama yine edilecek meraklara geliyor. Ve o yol hiç bitmiyor..Sonuç dediğin hep bir yola çıkıyor.

Kendimden kaçarken, düşüncelerimden kaçarken, eğlenirken, eğlenmeye çalışırken, zaman geçsin bitsin bunların hepsi derken, isterken, durmadan isterken, yalnız kaldığım tek bir anda
o dediğim umulmadık sahnelerde her şeyin başa sardığı, her şeyin boşa harcandığı, anlamsızlaştığı, gözardı edildiği ne varsa işte tam anda dikiliveriyor karşımda.

Anlamlar arıyorum kendime, kendime günahsız, yalansız, acısız, hatırasız dünyalar yaratmaya çabalıyorum. Bir taraftan da tutunuyorum diğerine, o-da olsun istiyorum. Tek bir dünya değil birden fazla olsun. Ama derler " ev üstüne ev kurulmaz" diye. Ben daha yolun başındayken bocalıyorum.
Daha çok boğuluyorum.
Gitmekten, kalmaktan, kaçmaktan, kaçarken yakalanmaktan..
Boğuluyorum bu sıradan olmayan hayatı sıradanlaştırmaktan.
Ve hiç bir şeyi o kapı önüne koyamamaktan...


Salı, Eylül 13, 2011

Hayatın öylesine hali..



İnsan zaman zaman geride kalan şeyler için geriye dönüp bakmalı, düşünmeli, ölçmeli tartmalıdır. 
Bazen o an için akıllıca ve -sizce- anlamlı kararlar gelecekten böyle görünmeyecek olabilir. Sonuçlar her zaman birden fazla kapı açar, belki istediğiniz ya da umut ettiğiniz şey değildir ama keşfetmeniz için yeni yollar, yeni hayatlar geride bıraktığınız ve geçmişte delicesine tutkunu olduğunuz şeyler şuan küçücük kalabilir. 
Hayat bir nehirse aktınız, ulaştığınız  her yeri yeşertecek gücü buluyorsanız eğer içinizde ulaşılan yer, geçilen tüm yollar muhakkak yeşile varır. Yani sonunda illaki yaşanacak güzel şeyler vardır. Hepsi capcanlıdır. 

Eksiklikler, hatalar, yanlış kararlar, bilinememezlik sizi bir düğüm haline sokan her hal yine aklınızı kullarak çıkabileceğiz ve aslında çok da önemsenmeyecek hallerdir. Biz hayatı artısı ve eksisi, iyisi ve kötüsü ile yaşıyoruz derken ne tarafın ağır bastığını, aslında hangi duygu yoğunluğuyla yaşadığımızı, geriye dönüp ne kadar baktığımızı ve şuana ne kadar artılar çıkartığımızı tartmadan..farkına varmadan, çoğu zaman -kabullendiğimiz-ama özünde gerçekten neyi kabullendiğimizi bilmeden yaşıyoruz. Hayata ve kendimize karşı doyumun çok belirlenmediği hep -bir eksik- haliyle yaşamanın sıradan bir yaşam tarzı haline getirildiği ve özün giderek değiştiği bir hayatı benimsiyoruz. 

"Durmak en büyük eylemdir." Ama durduğun yer, durum, kime karşı neye karşı durduğun, hayatta oluşturduğun duruşun, yani nasıl durduğun ve ne için durduğun eyleme asıl anlam katan şeyler değil midir? Eğer farkında olmadan, ya da zoraki kabullenmişliklerle, çaba göstermenin sonuçsuz bir eylem olduğunu düşünerek oturduğun yerden hayatı izlemekse eğer -durman- içi doldurulmayacak ve anlatılamacak en saçma eylemdir.

Yani hayat izlemeye ve beklemeye gelmecek kadar dolu, içinde akarken geldiğin yerle gittiğin yer arasında bağ kurulması için çaba gösterilecek kadar değerli, düştüğünde, ummadığın yollara saptığında yeni yerleri yaşamanı sağlayacak kadar fırsatverendir. 

Sadece yaşamanın nefes alıp vermekten daha fazla şeyler barındırdığını bilmek gerekir. 
Sadece basit yaşamak..ama bir o kadar da şevkle yaşamak gerekir. 

Bonafide







Cumartesi, Ağustos 06, 2011

İt's a new Day!



Pencereden gelen esintinin etkisine bırakmışım ki kendimi sormayın gitsin. Kargaşanın, gürültünün, üzüntünün uzak olduğu daha sessiz, daha kendimcil bir gündeyim. Kendi iç sesimi dinlemekle meşgulüm ve oldukça iyi bir meşguliyet. 
Haftalardır gerekli-gereksiz internet sayfalarıında, televizyon kanallarında dolanarak, yapmam gereken bir çok şeyi aksatarak anlamsızca zamanlar geçiriyorum. _killing the time! 
Şuna bir kez daha katıldım ki bu aletler belli süreden sonra insanı bedenen ve zihnen uyuşturuyor. 
Artık dur demenin zamanı geldi de ben halen şansımı zorluyorum. 
*
İnsanın belli zorlu dönemleri vardır, iyi ya da kötü atlatılır veya alışılır sürece. Bende de biraz sık yaşanan bu dönemlerden birine daha girdim, uzun süredir de içindeyim. İş bulma telaşı, aşkı düzeltme telaşı, aileyle ortayı bulma telaşı, kendine yetme, yetinme telaşı... herşeyi, hayatı sorgulatır bir döngüye soktu beni yine. Kısa sürede sonuçlanır ve atlatılır umudundayım. 
*
Geçtiğimiz süreçte bir çok güzel etkinliğe katılarak biraz olsun 'İstanbul'da yaz'ın tadını çıkarmak için zorlamaktayım. 
*
En yakını, kurgusal fotoğraflarıyla adından söz ettiren Mehmet Turgut'un 31 Temmuz'da galasını yaptığı Rock'n Frame adlı sergisiydi. 
Metallica'dan Ozzy Osbourne'a, Ergin Koray'dan Hayko Cepkin'e kadar yerli ve yabancı toplam 56 rock sanatçısına ait fotoğraflarının sergilendiği Kemancı'da dostlarla hoş, bol muhabbetli, bol fotoğraflı bir akşam geçirildi. Gitmek isteyenler için sergi 10 Ağustos'a kadar devam ediyor. 
*
Bir diğeri ise Kadıköy Belediyesi tarafından Temmuz ayı boyunca bu yıl 9. düzenlenen Yıldızlar altında Tiyatro festivali idi. Bir çok ünlü tiyatro oyununun ve oyuncusunun yer altığı festival tüm halka ücretsiz gerçekleştirildi. 
Ferhan Şensoy'dan Haldun Dormen'e Genco Erkal'den Ali Poyrazoğlu'na kadar usta ve ünlü sanatçıları evimin köşesinde izleme imkanı buldum. 
Kaçıranlar seneye sizi de bekleriz. 
*
Baleden ne kadar hoşlanırsınız bilemiyorum. Malesef görsel ve klasik sanatlara karşı ilgimiz azdır. Operanın, balenin, ve klasik müziğin içinde çok da fazla kendimizi bulamayız, kültür meselesi diyelim. Sahne sanatlarına hayranlığımla birlikte yine geçtiğimiz ay İstanbul'da Harbiye Açık Hava'da hayatımda ilk kez bir Bale gösterisi izledim. Dünyaca ünlü bale sanatçısı Roberto Bolle ve yine en ünlü bale topluluklarında yer alan 10 bale sanatçısının yer aldığı gösteri, az ama kaliteli ( sanattan anlayan) seyirci kitlesiyle muhteşemdi. En azından ilk kez Bale gösterisi izleyen -ben- için öyleydi. Unicef tarafından "iyi niyet elçisi" seçilen Roberto Bolle elde ettiği geliri de "bir dilek tut Turkiye" adlı sosyal sorumluluk projesine bağışladı.
Ben gidipte hayran kalanlardanım. Umarım bir kez daha gelme şansı olursa görür siz de hayran kalırsınız. 
*
Vee sonuncusu ise aylarca gelecek diye beklenilen ve sabırla bekleyenleri de hayal kırıklığına uğratmayan dünyaca ünlü rock grubu Bon Jovi Konseri idi. 
Ne bir sıkı fanatiği ne de delicesine rock dinleyicisi olmama rağmen Dünya devinin konserinde yer almak oldukça güzel bir tecrübe idi. Aralıksız 2 saat boyunca inanılmaz bir performans sergiledikten sonra Neden gerçekten Dünya Devi oldukları sorusunun cevabı kendiliğinden verildi. Bunu da kaçıranlar bir 18 yıl daha bekleyiversinler artık ;)
...
Yazsam ne yazacağım diye düşünürken sadece 1 ayda neler sığdırmışım ben de yazınca şaştım doğrusu.
Demek ki fazla biriktirmemek gerekiyormuş. 

Son haber: 3 Ağustos-4 Eylül tarihleri arasında İstanbul Modern'de dünyaca ünlü fotoğrafçı- ki hepimiz bu fotoğraftan tanıyoruz kendilerini-Steve McCurry'nin sergisine gidin derim. Ben gideceğim :)

Sevgiler,
Aşkla Kalın.
Bonafide...

P.S. Son keşfim Küçük İskender. "Siyah Beyaz Denizatları" adlı kitabıyla şiirlerine dalmış bulunmaktayım. 
K. İskender yeni hayranlarındanım. 

Salı, Ağustos 02, 2011

çocuk



Bugün bir pek küskünsün dünyaya çocuk
uzaklara dalmışsın,
gözlerin hüzün dolu...
Bugün hayatı yaşamak istemez gibisin, birileri ne kadar seni zorluyor olsa da.
Bir şeyler mi acıtıyor içini yoksa geçmiş mi, gelecek mi korkutuyor bilmez gibisin.
Kalabalığın içinde yalnız kalmak ne! yaşar gibisin bugün.
Sanki ruhun yorgun.
Sanki ellerinin kiri içinin temizliğini daha bir açığa vururyor da kimse görmüyor gibi..
Bugün kırgınsın, yeniksin ve yarın isyan edeceksin, sonra da savaşmaktan vazgeçip kabulleneceksin çocuk.
Belki de hepsini bildiğinden böylesin.
***
Bugün güneş doğar mı diye pencere kenarında gününü yarılamış yaşlılar gibisin. 
Gözlerini hüzün kaplamış ama ufacık bir aralıkta dudakların gözlerini kısıp ışık saçmaya hazır. 
Koca koca gözlerle aynı kapta, aynı suda bir sağa bir sola giden bir balık gibisin. 
Ne zaman canını bir şey yaksa, ne zaman bir darbe alsan hayattan, sevdiklerin ne zaman seni yarı yolda bıraksa geri dönüş yolunda hepsini unutacak gibisin. 
En saf halinle ve belki de bir insanın en güzel yıllarında kuracağı hayallerle sıkı sıkı inanarak yaşamaktan vazgeçmiş gibisin bu gün. 
Bu gün doğmayacak güneşi, açmayacak çiçeği, sevgiyi, sevgiliyi bekler gibisin. 
Bekleme...
Hayat beklemeyek yaşanmıyor çünkü. 
Bekleyerek yalnızca yaşlanılıyor çocuk. 
Yaşlanmaksa sana uymuyor.. 
Sen en iyisi mi bekleme...

Bonafide


Çarşamba, Haziran 22, 2011

Birikenler..



Uzun zamandır ciddi anlamda bilgisayarın başına geçip de ciddi ciddi içimden geçenleri yazamadım buraya.
Kelimeler dağınık kalsın, cümleler samimiyet boğulsun, imla ya şekil düzenine dikkat etmeden, konuşur gibi yazmak...kendinle birebir sohbet etmek belki de.
*
Yoğun bir hayata henüz atılmamış olsam dahi sürekli nedenlerim ve bahanelerim var birşeyleri erteleyecek.
Yarın yazarim, yarın başlarım, yarın devam ederim, yarın bir gelsin.. Yarınlar hele bir gelsin. 
*
Sonunda evine dönen ve o da tatilden nasibini alıp bol bol evde oturan bir arkadaşımla her zaman olduğu gibi telefon sohbetlerimiz başladı yaklaşık bir haftadır..saatlerce telefonla konuşup, dedikodular yapmalar, olan biteni anlatmalar, hayaller kurmalar...Elbette hiç birşey karşılıklı oturup içtiğin bir kahveyle yapılan sohbetleri vermiyor ama alıştık artık, her sabah olmazsa olmazı sabah telefonları ve birbirini uyandırmalar, hoş telekom akşam 7 den sonra bedava olduğu için artık bu konuşmaların çoğu akşama kaydı :)
*
Son zamanlarda kendime ayıracak o kadar zamanım oldu ki aslında yaşanan ufak tefek-aslında oldukça ciddi ama kendimi kelimelerle kandırma rolünü üstlendim- düşüşlerin ardından garip bir sakinlik ve durgunluk yaşıyorum, -hayata pozitif bakmayı- öğreniyorum.
Şimdilik kelimeri düzeltiyorum, olası bir tehlike anında devreye giren ve beni daha çok buhrana sokan beynimi hala aşabilmiş değilim, o da zamanla olur diye azimle çabalıyorum. 
*
Bir de son zamanlarda bir çok sitenin takipçisi oldum, anladığım anlamadığım bir çok siteye gidip çıkıyorum ki çoğu- paylaşım siteleri- belli bir süreden sonra beni aptallaştıran bilgisayarla savaşıyorum bile denebilir. Beğendiğim siteleri de yer imlerine özenle klasörleyip kaydediyorum ki gün olur okumaya, iyice incelemeye başlarım diye. 
*
Benden son haber ise bir konser ilanı. Bir çok alanda benim gözlerimi açan ve bana daha güzel dünyaları keşfetmemi sağlayan benim için olabileceği herşeyi olan biri sayesinde tanıdım onu ve parçalarını..
Sesinin  rahatlatıcı ve okşayıcı bir yani var..Ane Brun. Norveçli sanatçı 25 Kasım da Türkiye'de sevenleriyle buluşacakmış. Temmuz ayı itibariyle biletleri Biletix'de satışa çıkıyor..Kaçırmayın derim.

Güzel, hoş, keyifli ve huzurlu bir gece geçirin. 
En önemlisi Aşkla Kalın,

Bonafide. 

P.s. burdan da Ane Brun konseri için bilgi edinebilirsiniz.

Pazar, Haziran 19, 2011

Beni benimle bırak.

Ey sevgili,
Eğer bir gün o hep aramızdaki ilişkiyi varettiğine inandığın 'özlem'i seçersen,
Başka bir hayatın zorluğuna katlanamıyorum artık dersen,
Gün olur artık aşık olmadığını fark edersen,
Heyecanla koştuğun bu dünya diğerlerine benziyor gibi hissedersen,
Vazgeçemeyeceklerinle beni ayrı bir seçenek gibi görürsen,
-Artık sen de isteme- dersen,
kaybolursan anlamsız ikilemlerin arasında,
Ya da bir başkasına aşık olursan,
Ya da seçmek zorunda kalırsan...
Beni benimle bırak olur mu...


Perşembe, Haziran 16, 2011

Hayır, hiç yadırgamıyorum.

hayır hiç yadırgamıyorum
hayır hiç yadırgamıyorum
niye yadırgayacakmışım hem
sen bana inanırsın temmuzun ortalarıydı
aldanacak bir şey yoktu, olmadı
gel demek neyse, su içmek neyse
geldimse, bir bardak suyu içtimse
hepsi de aynı şeydi aşağı yukarı.

ilk duydum, bir daha duymadım yağmurlar yağmadığını
sonradan çizik çizik oldu neye baktımsa
sevda
bir işe benziyordu tahta tezgahta
kirpikleri anımsatan, çocukların çizdiği güneşleri anımsatan
en çok da ellerin üstündeki kılcal damarları
sözgelimi yontardım, eğip bükerdim bir geceyarısını
ben öyle olağan şeyleri pek sevmem
içkisiz günlerimizi anımsa
bindiğimiz hangi kalyondu ve anlatsana
baş yanı bir köpekbalığının dişlerinden
arkası bir mırıldanma
bakkal çırağına benzer bir şeydi yokuş aşağı inen
içinde yağ paketleri, peynir
maydanozlar görünen
elinde bir sepetle oydu
ve işin en önemli tarafı
sana söylenecek her şey söylenmiş olurdu

boşuna mıydı yoksa nedensiz gülmelerim
bir yandan yüreğim daraldıkça
tam dediğim gibi
bir daha karşılaşmamak
bize özgü bir çoğulluktu.

şimdi bu akşamüstlerini niye sevmiyorum
ne bileyim ben neden
üstelik bir sap menekşe iliştirmiş ağzına
gidip geliyor durmadan
sabahla akşam arasında
deniz ötemde
deniz içimde
hayır hiç yadırgamıyorum yokluğunu
sarılıp gövdesine sımsıkı
bir kadın kendini doğurabilir isterse..
 
Edip Cansever

Sevmek Sencilce.

Öyle bir an olur ki içinde susmayan o kadar sesin ardından söyleyecek söz yoktur daha fazla...
dil ketum kalır..
gözler kelimeleri bir bir akıtır öylece...
Anlatır anlatır ama bomboş odada kendinden başka duyanı olmaz, göreni de..
Aslında göstermesi gereken kendisidir de.
Gitmekle kalmak arasında kalmanın verdiği acı içini öyle bir kaplar ki ne gidebilecek cesareti vardır ne daha fazla kalabilecek.
Öyle bir acı vardır ki içinde bir türlü çıkmaz. Gün olunca saklanır ama illaki her gece yoklar..
Yani böyle bir sevgi illa can yakıcıdır.
Kimse senden daha fazla acıyamaz.
Çünkü "bilmek can yakar."




Pazar, Haziran 12, 2011

Seni sevmek içinde derin bir sızıyla kalakalmaktır...

Seni sevmek, 
bir sadakati değil, sadık bir ihaneti sevmektir
...
Kaybetmeyi ve her seferinde yeniden başlamayı sevmektir seni sevmek...
Seni sevmek, 

ayrılığı daha ilk dakikadan kabullenmektir
...
Ayrılık çöplüğünde aşk aramaktır seni sevmek...
Cevapsız bir soru, sorusuz bir cevaptır aşkın...



Kaç bilinmeyeni olduğunu bile sayamadığın bir denklemi çözmeye çalışmaktır seni sevmek...
Seni sevmek, 

'olmayacak bir nedeni, gelmeyecek bir gideni' beklemektir.






Pazar, Mayıs 22, 2011

Özlem

Özlem, boş avuntuyu reddeden bilinçtir:
ayrılışın acısını ılımladırmaya çalışmadan, olduğu gibi yüklenen bilinç.
-ne kendini aldatmaya ne başka birşeyle acısını hafifletmeye 'teselliye' yönelir.
olduğu gibi kabullenir acıyı- Özlenen gitmiştir.
şu anda yoktur;
Yarın da ne olacağı belirsizdir
- pekala,
öyle olsun...!
Özlem, katlanmasını bilen duygudur.
-katlanabilen duygunun bilinci...
Özlem, katlanan bilinçtir.







Oruç ARUOBA

Çarşamba, Mayıs 04, 2011

Yalnızlık Paylaşılmaz





Güler, gülümser bir şakacı,
güldürür, düşündürür,
arada bir durur, gözleri dolar,
neler söyler, neler susar...
Yoksa, çok acı bir şakayı şakadan da olsa,
çok yalın bir karanlığa mı saklar...
oynadığı oyunsa, yaşamsa oynadığı,
oyununu mu yaşar...
Oyunda yaşadığı, yaşamını mı oynar...
Yaşarcasına, oynarcasına,
sonunu mutlu bağlar, 
gider evine ağlar.


Özdemir Asaf

Çarşamba, Nisan 13, 2011

I'm Yours..

Güzel bir hatıra geriye kalan...
O masada, yüzlerce kişinin arasında, hiç bilmedikleri bir yerde, söylenen şarkıları bilmedikleri halde, gözlerinin birbirine değmesinden kaçınarak eşlik etmeler..
Mutluyuz! görüntüsü..
Mutlulular gerçekten de oysa. Sadece yabancılaşma var ortama, araya girmiş uzaklık var, yaşananlar var... Belki de bu kadar ayrılıktan sonra biraraya gelmenin hala gerçek olduğuna inanamamak var.

Eğleniyor çevrelerinde insanlar..Düşündükleri hiç birşey yok sanki, sadece eğlenmek için gelmişler oraya, yaşayıp tüketip gitmek için...
Bir kadın var yarı sarhoş, umursamıyor kimseyi sohbet ediyor çevre masalarla... Arkadaşları piste dans ediyor..Çok fazla birikmiş sanki bir şey içinde, bu gece, olmadı öbür gece atıp kurtulmak istiyor hepsinden, geçmişinden ama bir tarafta bırakamadıkları var. Kısa da olsa yeniden hayat bulmak için içip tüketiyor içkisini. Bir ara o masaya sokuluyor. 
Sanki uzaktan anlamış da birşeyleri merak edip  gelmiş gibi ya da bir amacı yok belki de..
Bakıyor ikisine de.- "Ne güzelsiniz" diyor. Kız gülümsüyor,- güzel miyiz gerçekten -diyor içinden. -Bu halimizle bile mi?- İçinde kopanları sanki herkes anlıyormuş gibi korkarak ama bir o kadar da göstermemeye çalışarak bakıyor etrafa oysa ki. 
Son gecesi...
Kendisi de gerçekten çok güzel olduğuna inanmalı.
Kadın umursamazca devam ediyor, nereli olduklarını, nasıl tanıştıklarını soruyor..Kısa bir sohbet geçiyor. Birazcık kendinden bahsediyor. Birazcık kahkalar atılıyor, kısa da sürse gerçek kahkalar..
Beklenmeyen birşey oluyor.
Adama dönüyor - Siz evlenmelisiniz- diyor!! Bir de 3 çocuk diyor..
İkisine de komik geliyor. Acı ama komik!
İkisinin de buna niyeti yok! yoksa var mı ??
Kadın gidiyor ama o masada bir suskunluk kalıyor.
İkisi de aynı şeyi mi düşünüyor? 
Yoksa komikliği gitmiş acısı mı sarmış ikisini de?
Gerçekten ihtimali olsa bu kadar düşündürür müydü- onu düşünüyor kız...
O sessizliği işte bu parça bozuyor..

"....
Look into your heart and you'll find love love love love
Listen to the music of the moment, maybe sing with me
....
So I won't hesitate no more, no more
It cannot wait I'm sure
There's no need to complicate
Our time is short
This is our fate, I'm yours "

 

Cuma, Nisan 01, 2011

Buluşma

Haydi ben bensiz geleyim,sen sensiz gel...
Ne varsa şu ırmağın içinde var,Soyunalım iki can, dalalım şu ırmağa, hadi. ..
Bu kupkuru yerde yakınmadan gayri ne gördük,
Bu kupkuru yerde ne gördük zulümden gayri.
Bu ırmakta ne ölmek var bize, 
Bu ırmakta ne gam var, ne keder var, ne dert.
Bu ırmak alabildiğine yaşamaktan,
Bu ırmak iyilikten, cömertlikten ibaret.
Durma, çabuk gel, gelmem deme.
Ne evet demek yaraşır sana, ne hayır, dostum,

Senin şânına sadece gelmek yaraşır. 

Mevlana



Cumartesi, Mart 26, 2011

Love

"Love is always patient and kind. It is never jealous."
"Love is never boastful nor conceited.
It is never rude or selfish.
It does not take offense and is not resentful.
Love takes no pleasure in other people's sins
but delights in the truth.
It is always ready to excuse, to trust, to hope...
and to endure...
whatever comes." 

Cuma, Mart 25, 2011

susmak

 
Susarız…
Konuşulan konuyu boş, basit ve anlamsız buluyoruzdur, konuşmayı da gereksiz ve anlamsız buluruz…
Susarız…
Konuşulanlar öyle abes ve mantık dışıdır ki sadece hayretle dinler ve sessiz bir tepkiyle belli ederiz duruşumuzu…
Susarız...
 Sessiz bir onaydır susuşumuz…Biraz utangaçlık belki ama içten bir katılıştır söylenenlere…
 Susarız…
Sessiz bir bekleyiş olur susmak…Ya kendimizin yada karşımızdakinin ortak değerleri yeniden gözden geçirmesine tanınmış bir fırsattır sessizliğimiz…Yada birinin bizi fark etmesi, doğru algılayabilmesi için tanınmış bir süre… Susan için endişe ve olasılık hesapları arasındaki gel git lerle biraz da huzursuz bir bekleyiştir susmak…
Susarız…
Dile getirilmeyen bir öfkedir bazen suskunluğumuz… Öylesine yaralanmışızdır ki yaralamak isteriz, yüreğini acıtmak ve kanatmak…Ve biliriz ki hiçbir söz acıtamaz, yaralayamaz ve kanatamaz kimseyi bir suskunluk kadar…Ve susmak en acımasız, öldürücü silahtır bazen…
Susarız…
Hassas ve kırılgan bir tepkidir…Küçücük bir hatırlatmadır belki…Fark edilmesi ve onarılması incelik ister…Ya yeniden bir kazanıştır yada aleyhte bir delil olarak kalır karşımızdaki için…
Susarız…

Bir ilişkide negatiflerin gözümüze batmaya başladığı, karşımızdakine ait aleyhte deliller dosyasının kabarmaya başladığı ve hatta dosyayı masanızdan kaldırmaya gerek duymaz olduğunuz bir noktadasınızdır…Bir duruş, bir soluklanmadır susmak…Ortak geçmişin değerlendirilmesi ve geleceğin muhasebesidir…Durup yeniden, şimdi bulunduğunuz noktadan bir daha bakmak istersiniz yaşananlara ve eldekilerle geleceğe gitmenin ne kadar mümkün olduğuna…Bir içe kaçış ve söylenemeyenlerin biriktirilmeye başladığı yerdir susmak…
Susarız…
Ayağımız yerden kesilmiş, bulutların üstündeyizdir ve çiçek çiçek bahardır yüreğimiz…Sevdiğimizle yan yana ve can cana yızdır…Öyle bir ruhsal bütünleşmedir ki hiçbir söz tanımlamaya yeterli gelmez hissedilenleri ve susarız…Sadece yüreklerin ve gözlerin konuştuğu yerdir suskunluğumuz.
Susarız…
İletişimin tıkandığı yerdeyizdir , hiçbir iletinin bize yeterli gelmediği ve hiçbir iletimizin doğru algılanmadığı…Yanlışlıklar, yanılgılar ve kim bilir belki de gerçeklerdir bir fırtınaya tutulmuşçasına savrulup duran…Sözler yerini sessizliğe bırakmaya başlar ve siyah, tek nokta konur cümlelerin sonuna…Zamanla cümlelerimizin sonuna konan o tek ve siyah nokta büyüyerek bir kara deliğe dönüşmeye başlar…Güven ve sevginin içten içe çürümeye başladığı yerdir ve gitmek zamanının ertelenmiş halidir susmak…
Susarız…
Kabul edilmiş bir hata yada suçtur susuşumuz ve söylenecek her söz kaybetme riskidir…Korku eşlik eder suskunluğumuza…
Susarız…
Bir gidişi kabullenmektir susmak, yerinde ve zamanında olduğunun ayırdımında olduğumuz bir gidişin…
Susarız…
Hayata karşı bir susuştur bu kez yaşanan…Bizi can evimizden vuran bir kayıp, yaşanan büyük bir acı, ölesiye bir çaresizliktir yaşadığımız…Söylenecek hiçbir sözümüzün adrese teslim olmayacağından emin olduğumuz, bütün sözcüklerin anlamını yitirdiği bir yerdeyizdir…Hayatın bize bir şey katamadığı ve bizim de hayata bir şey katmak için anlamımızı kaybettiğimiz bir yer…Belki de boş gözlerle, algılamadan bir seyirdir hayat o noktada ve belki de amacı ve beklentisi olmayan, bir mesaj kaygısı taşımayan ve hedefi olmayan tek susuştur yaşadığımız…

 Susmak; eylemsiz ve durağan bir edim gibi görünse de her susku bir şey anlatır yine de ve her suskunun bir nedeni vardır ve her susku içinde pek çok sesi hapseden sessiz bir eylemdir…



 Esin ARDIÇ

Cumartesi, Şubat 26, 2011

Coolangatta- Burleigh Heads

Queensland'ın en büyük özelliği uzun ve bitimsiz sahillere sahip olması ve tabiki hala daha tüm sahillerin olduğu gibi doğal kalması. Gold Coast'ta aralıksız yaklaşık 10 tane sahil kıyısı buluyor.En popülerleri arasında Surfers Paradise, Main Beach, Broadbeach, Currumbin, Burleigh Heads olurken Coolangatta daha çok Surfculler tarafından tercih ediliyor. Coolangatta şehir merkezine yaklaşık 1 saat uzaklıkta olmakla bu büyük tatil şehrinin ayrı bir parçası gibi. Kesinlikle daha sakin ve manzarası sizi mest ediyor. Bir çok apart, pansiyon, otel ve yazlık evlerin bulunduğu küçük bir merkezinin olduğu, havaalanına çok kısa bir mesafe uzaklıkta dinlendirici bir kasaba.
Her daim şehir otobüslerinin kalktığı ulaşımın oldukça kolay olduğu bir yer.

Büyük heyecanla Coolangatta'yı gezip gördükten sonra dönüş yolunda Burliegh Heads sahilinin önündeki geniş parkta yapılan eğlence ve gösterilere katılmaya karar verdik. Daha önce de dediği gibi Sahiller şehir merkezleriyle bitişik ama ne gariptir ki o alana girdikten sonra park, kum, deniz ve güneşten başka bir şey görmüyorsunuz. Türkiye'de sahil kıyılarını karşılaştırınca oradaki tüm özelleştirilmiş sahil kıyılarını -neredeyse halka açık alan kalmadı- şezlongsuz, kafesiz, restorantsız göremezken burada tüm alanlar halka açık ve kafeleri restorantlar ancak şehir merkezinde bulabilirsiniz.
Buliegh Heads parkında her pazar akşamı yapılan bir eğlenceye katıldık. Çoğunluğunu ailelerin oluşturduğu topluluk akşam yemeklerini yiyerek, dinlenerek ve müzik dinleyip dans ederek güzel bir vakit geçiriyor. Ayrca ateş gösterisi de var. Sadece burda önemli bir not  müzisyenler ve gösteriyi yapanların hepsi de profesyonel değiller.

Sosyalleşmek için çok güzel bir ortamın oluşdurulduğu bir ortam.
Dinlemesi, izlemesi, gözlemlemesi oldukça zevkli..












Aşkla kalın,
Bonafide

Cumartesi, Şubat 19, 2011

Sabahtan akşama kadar Arap müzikleri dinleyen bir Kolombiyalıyla Yaşamak!!!

Bu zamana kadar elimden geldiğince çeşitli müzik tarzları dinleyerek, dilleri ne kadar farklı olsa da -müzik evrenseldir- diyerek o kültürü edinmeye çalıştım. 
Yeni ve farklı her tarza merakla kulaklarımı açtım. Gerek yabancı gerekse türk müziğini yakından takip eden biri değilim ama her ortamda zevk almaya çalışırım.
***
Buraya gelmeden önce bu kilometrelerce uzataki ada'cık da yaşayanların kendinlerine ait neleri olduğunu çok merak etmiştim. Avrupa insanından, ordaki yaşamdan farklı olacağı kesindi. Ve burda muhtemelen Avustralya'lıdan çok farklı uyruktan insanlarla karşılacaktım. Öyle de oldu. Çinlisinden, japonuna, brazilyalısından kolombiyalısına, tüm arap ülkerinden insalara, asya insanına..avrupalısına..hepsiyle karşılaştım. Eğitimin buraya ciddi bir kazanç getirdiği düşünülecek olursa okullarda çeşitli milletlerden insanlar bulmanız çok olası. 
***
Bir Kolombiyalı, bir Tayvanlı ve bir çinli kızla paylaşıyorum evimi.
Hepsinin çeşitli alışkanlıkları var -benim de olduğu gibi- hepsine alışmaya çalışıyorum. 
Zaman zaman mutfak ve banyo içerisinde sorunlar yaşıyorum-katlanamıyorum ama kibar yoldan bir şeyleri çözmeye çalışıyorum..Ne kadar başırılısın diye sorarsanız tartışılır? 
Ama Asya insanın sessiz sakinliğine hayranım. Özellikle de çinlilerin..Belki de onlar daha küçük bir hayat kurdukça kendine ben alanımı genişletiyorum- bencil duygularım tetikliyor beni-
Ama bir kolombiyalıyla ayın odayı paylaşmak...Sadece neşe dolu ve hareketli olmasından dolayı biraz da yumuşak başlı yapımdan dolayı vurdum duymaz ve düşüncesiz tavırlarına katlanıyorum!!
Aslında bu yazı şikayet içeriği taşımayacaktı ama sanıyorum başlayınca tutamadım kendimi.
 ***
Arap insanın ve bizim bir çok alışkanlıklarımızın aynı olduğunu buraya gelince birazcık daha fark ettim. Yediğimiz yemekler, ailevi kültür, müziklerimiz.. Çoğu şey benzeşiyor. Belki de Müslüman ülkere has bir şey bilmiyorum. Sadece benim bu alışkın olduğum tarz nasıl bir kolombiyalıya bu kadar çekici geliyor onu anlamaya çalışıyorum.
Kıyafetleri, dili, müzikleri - her ne kadar bir ilgimi çekmiş olsa bile saatlerce youtube karşısında oturup arapca arabesk dinleyemem sanırım- kültürleri- ki arap insanını hiç bir zaman çok dürüst bulmamışımdır- dini inancına kadar herşeyi, bir kılıf gibi üzerine giymeye çalışan biri.

Biliyorum yargılamak ya da yadırgamak hoş değil ama ..anlayamıyorum. Niye??
Bir kaç konuşmamızda okulundaki bir çok arap olmasından dolayı bu kadar etkinin altında kaldığın çıkardım.
Öğrendim ki bir çok arap ülkesi öğrencilerinin buradaki okul masraflarımı-bir çok şeyini - karşılıyormuş. Ve buradaki çoğu öğrencinin varlıklı ailelerden geldiği varsayılırsa paranın gücü belki de bu kadar etkili kılan şey...
Herşeyi anlamak zorunda değilim. Varsın bu da öyle kalsın ama biri şu müzikleri artık sustursun..


P.s. resim  burdan alıntı. Sadece beğendim !! :)

Aşkla kalın,
Bonafide

Cuma, Şubat 11, 2011

Mükemmellik



Hiç bir zaman mükemmel bir insan olmadım ben, olmak için de çabalamadım. Hatalarımla, yaşadıklarımla, dalga geçmeye çalıştım zaman zaman. 
Gülüp geçtim bir çok şeye. İnsanlar hep "çok soğukkanlısın" dedi. Ya da "çok umursamaz "benim için.
Öyle de değildim aslında ama dışarda böyle yaşamak da bana çok anlamlı gelmedi. 
Şaşırtmadı, şaşırtmıyor beni yaşadığım, gördüğüm bir çok şey. "Olabilir" lafını sakinlikle söylemem çoğu zaman onları rahatsız etti.
Zaman zaman düşündüm ben mi çok nötrüm hayata karşı diye, ama içimde yaşadığım gel-git'ler, duygusal karmaşalar, deli gibi sevindiğim anlar ya da yok olurcasına acı çektiğim anlar aklıma geldikçe böyle biri olmadığıma karar verdim. 
Ne olduğu önemli değil iyi-kötü, çirkin-güzel bir çok şeyi, ne düşündüysem söylemeye gayret ettim. Ki zaman "çok açıksözlü" oldu adım, kimi zaman "patavatsız"...
Bu hayatta herkes gibi, belki daha fazla hep birşeylere tutunmaya çalışan ben, enerjik ve güleç tarafımın yanında hayattan hep memnuniyetsiz değerlendirildim. Neden bilmem bu kadar zıtlıklar taşıyoruım içimde ama ruh halimde böyle geldi gitti benim. İsyanlarım arttı zaman zaman, zaman zamansa geçer diye bekledim. 

Başta da dediğim gibi hiç mükemmel bir insan olmadım ama, mükemmel dostuklar, mükemmel arkadaşlar edindim kendime. Sevdiğim, sevildiğim, değer gördüğümü hissettiğim karşılıklı karşılıksız o kadar çok kişi var ki aklımda. 
Onlara layık olabiliyor muyum bilmiyorum, zaman zaman aksi ve çekilmez oluyorum. Zaman zaman ihanet ediyorum dostluklarına..Bazen kendime bile yabancı kalıyorum..Hayliyle belki de gerçekten sahip olduğum mükemmelikleri fark edemiyorum. 

Bu yazı bu gün aldığım mükemmel bir hediyeyle başladı. Uzaktaki, en değer verdiğim dostum, sığınağım,
yol arkadaşım yalnızlığımı anladı da yolladı belki de. Belki de Sevgililer Günü adınaydı!!
Ben bu hediyeyi hak edip etmediğimi bilmiyorum ama bana layık gören kişinin bir çok şeyi hak ettiğini biliyorum. En çok da benim tarafımdan.. Belki eksik kaldım, kalıyorum ama FARKINDAYIM şuan. 
Sahip olduğum en mükemmel insansın sen ve en gurur duyduğum şey sahip olduğum mükemmel dostlarım...

Sizleri çok seviyorum.


Aşkla kalın, 
Bonafide

Pazar, Şubat 06, 2011

every little thing is gonna be allright!!



HERŞEYİN-herşey küçük aslında- iyi olacağını hayal ederek ve inanarak yazıyorum bu yazıyı...
Tam hayattan kaçtım, tüm sorunları, sorumlulukları, bunaldığım hayatı geride bıraktım derken başka bir hayatın içinde çabalarken buldum kendimi.
Başlarda çok fazla anlamasam da -alışma evresi diyelim- zaman geçtikçe değişmeyen, aksine olumsuzluğa giden birşeyleri gördükçe -aslında kaçabildiğin hiç birşey Bonafide- dedim kendi kendime..
Cennetteymiş gibi yaşama hayali suya düştü böylece ve GERÇEK hayata geri döndüm çabucak. 
Kısa bir bunalımdan sonra şimdi "every little thing is gonna be alright" diyerek kendimi rahatlatıyorum.
Bazı insanların sorumluluklarını, hayatı yaşayış biçimlerini, -kaderlerini demek istemesem de sahip olduğu değerleri-maddi manevi- seçme şansı yoktur. Birşeyler önceden gelir ve siz üzerine birşeyler kurarsınız yada kurmaya çabalarsınız. İşte bende o çabalayanlardanım ve hayata herşeyin, her küçük şeyin iyi olacağın hayalini kurmak kendime verdiğim en güzel hediyelerden biri. Zaman zaman bunu unutsam dahi...

Başlarda Avustralya da olmak çok çekici ve özel gelse de şimdi çok fazla bunu yaşayamamaktan belki de hayal ettiğim bazı şeylerde hayal kırıklığı yaşamış olmaktan dolayı çekiciliğini ve özelleğini göremiyorum hala...
Biraz daha zamana mı ihtiyacım var yoksa biraz daha merak mı bilemiyorum. 
sadece şuan güzel yanını yaşıyorum, balkonumdan okyanusu ve tüm şehri izliyorum...sessiz şehri...ve yorgunluğumun tadını çıkarıyorum.ve hala Bob amca diyorki;
-every liltle thing is gonna be allright....

                          
Umutlu kalın, 
Bonafide



Cuma, Şubat 04, 2011

Resim

"O kadar sevdim ki resmini
İşte bugün konustu benle
Yorulmuştum çalışmaktan
Karda uzun yürüdük senle
Geceleri resmine baktım olanları anlattım
Seni bir görsem diye diye
Uyudum yağmurun sesiyle
O kadar sevdim ki resmini
Biliyorum görünce beni hep tanıyordum diyeceksin
Rüyalarımda hep sen vardın
Hep tanıyordum diyeceksin
Okuduğum her cümlede
Konuştuğum her insanda
Gördügüm her güzellikte
Sen de varsın
Sen hep varsın..."
 
 

Çarşamba, Şubat 02, 2011

Lavinya yaşıyor.


Lavinya hiç bunu düşünemedi. Acısı öyle sarmıştı ki etrafını dünya kendi dünyası olmaktan çıkmış diğerinin dünyasında bir kenardan izliyordu hayatı. Vicdan mı yapsa, gurur mu yapsa bilemedi. İçi kanadı baktıkça, baktıkça isyanı arttı ama hiç birşey söyleyemedi. İzlemekle yetindi...AŞK herkese böyle mi gelirdi? Ne olacağını bilemeden savruldukça insan daha mı fazla merak ederdi?
Hayatın üstüne hayat kurulur mu? İçiçe bir hayatı denemek istedi..Birbirinden habersiz bir hayatı. Lavinya daha çok gençti. Neyin can yakıcı olacağını bilemeyecek kadar aşık olmamıştı daha önce. İstemişti sadece, istemişse olmalıydı.

Şimdi Lavinya yarı kırıp dökük, yarı toplayamaya hazır hayatını bekliyor uzakta. İzliyor yine gizlice.. Hem izliyor hem de gözlerini yumuyor. Bir aşkı bu kadar istemenin bedelini ödüyor...
Mutlu şekilde ödüyor hemde. Çünkü bulduğu aşkı uzakta da olsa kalbini ona uzatıyor..
Lavinya yorgun ama gözleri hala sıcacık bakıyor... Çünkü artık aşk onu bırakmayacak biliyor..
Diğeri gitse de AŞK onunla kalacak biliyor...
o yüzden Lavinya yaşamayı tercih ediyor.

Bonafide

Salı, Şubat 01, 2011

Arkadaşım eşek.

Uzun zamandır unuttuğum, nedense dün akşam oturup da birkaç gündür süren hastalığımdan mıdır ne Barış Manço'nun Nane Limon Kabuğu'nu söylüyordum durmadan,
akşam gelip bilgisayar başına geçince de, açtım dinledim bir kaç şarkısını... 
Hatırlayamadım bu özel günü..
12 yıl önce okuldan gelip televizyonu açtığımda haberlerde büyük bir kalabalık görmüştüm, herkes ağlıyor, herkes yollara dökülmüştü..
Belki aralıksız 2 saat ağlamıştım. Sanki baba yarısını kaybetmiştim...Tüm şarkılarını dinleyip dinleyip ağlamıştım. 
İlk ve sondu.
12 yıldan sonra şimdi yine aynı merakla ve özlemle dinliyorum ve garip bir hüzün yaşıyorum.. 
Gözlerim yine dolu..belki hassassım, belki çok özledim çocuk olmayı, belki de memleket kokusu istiyorum..
Her şarkısında  birşey buluyorum geçmişime ait, memleketime ait, özlemlerime ait.
unuttum sanmıştım da
Ama anladım ki ben unutmamışım hala Gülpembe'yi , Kol düğmeleri'ni, Kara Sevdayı, Sarı Çizmeli Mehmet ağa'yı, Sakız Hanım ile Mahur Bey'i, Nazar Eyleyi..Bugün bayram çocukları...
Ben unutmadım hala Arkadaşım Eşeği..

Huzurlu kal Barış abi, 
Bonafide

Cumartesi, Ocak 22, 2011

Gülümse

Bugün cumartesi,  yatağından kalk ve perdeyi aç...Bu sabah ilk gökyüzüne gülümse herkesten önce, yüzünü bile yıkama buluşmadan maviyle …Bugün cumartesi, bugün gördüğün herkese, her şeye ilk sen merhaba de.  Bugün elini aç Tanrı'ya, daha çok şükret yaşadığına…Bugün cumartesi, bugün “Bugün Pazar” şiirini dinle Nazım’dan tekdüzeliğin inadına…Bugün küfretme haline, gülümse kaderine…

Bugün cumartesi, kah yağmur yağıyor, kah güneş açıyor dışarıda. Bugün bütün güneşleri içinin sıcaklığında topla, bütün yağmurları en romantik anlara sakla…Bugün cumartesi, bugün tiyatroya git; içinde “mutluluk” geçen bir oyun izle. Ya da evde kal bugün, kitap oku, radyo dinle, balıkları besle…Bugün cumartesi, bugün bir oyun oyna mutlulukla, en sevdiği oyun saklambaçtır mutluluğun…Ebe sen ol ve ara mutluluğu…İnatçıdır pes etme, vazgeçme aramaktan. Kimi zaman şeytanın aklına gelmeyecek yere saklanır; bulamazsın kimi zaman, orta yerde karşına çıkar inanamazsın. Sen bugün ara mutluluğu bulana dek ve asla “kurt” olmasın övünerek...

Bugün cumartesi, bugün kendin ol, bugün kendin için yaşa, bugün gönlün paşa…Bugün cumartesi, bugün Polyanna’yla arkadaş ol, bugün en güzel şarkıları dinle…Bugün cumartesi, patlat bir Sezen Aksu: HADİ GÜLÜMSE…
 
Kürşat Güven

Perşembe, Ocak 20, 2011

she

She
May be the face I can't forget
A trace of pleasure or regret
May be my treasure or the price I have to pay
She may be the song that summer sings
May be the chill that autumn brings
May be a hundred tearful things
Within the measure of the day.
She
May be the beauty or the beast
May be the famine or the feast
May turn each day into heaven or a hell
She may be the mirror of my dreams
A smile reflected in a stream
She may not be what she may seem
Inside a shell
She who always seems so happy in a crowd
Whose eyes can be so private and so proud
No one's allowed to see them when they cry
She may be the love that can and hope to last
May come to me from shadows of the past
That I remember till the day I die
She
May be the reason I survive
The why and where for I'm alive
The one I'll care for through the rough and rainy years
Me I'll take her laughter and her tears
And make them all my souvenirs
For where she goes I got to be
The meaning of my life is
She, she, she 


LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...