Pazartesi, Mayıs 31, 2010

Sevgiyi tuşlarla mı yazıyorsunuz?

Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?

Hiç vaktiniz yok, ..."Fast live", "Fast food", "Fast music", "Fast love"...
Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar...


Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.


Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, Size sesleniyorum!


Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?
Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?
İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza?

Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?


Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?


Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?


Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?
Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?
Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?


Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?



Müşfik Kenter

Pazar, Mayıs 30, 2010

Hİç bir Zaman olması Gerektiği gibi değil..

Hiç bir zaman olması gerektiği gibi değil; dedi insanlar.
Müziğin sesi, sözcüklerin yazılışı.
Hiç bir zaman olması gerektiği gibi değil, dedi,
bütün bize öğretilenler,
peşinden koştuğumuz aşklar,
öldüğümüz bütün ölümler,
yaşadığımız bütün hayatlar,

Hiç bir zaman olması gerektiği gibi değiller, yakın bile değiller.
Birbiri arkasında yaşadığımız bu hayatlar,
tarih olarak yığılmış, türlerin israfı,
ışığın ve yolun tıkanması,
olması gerektiği gibi değil,
hiç değil, dedi.

Bilmiyor muyum?
diye cevap verdim.
Uzaklaştım aynadan.
Sabahtı, öğlendi, akşamdı.

Hiçbir şey değişmiyordu.
Her şey yerli yerindeydi.
Bir şey patladı,
birşey kırıldı,
bir şey kaldı.
C. Bukowski
 Olması gereken şey neydi? Neydi bize bu hayal kırıklığını yaşatan?
Kim öğretmişti ki bize gerekliliği.. 
Aşklarımız, hayatlarımız  beklentilerle kurulu değil mi? Neyin peşinden koşsak daha fazlasını istemedik mi ?
Bize verilenden daha farklısı, daha fazlası dikkatimizi çekmedi mi?
Olması gerektiğini karar veren de, olmamasına, olamamasına neden olan da biz değil miydik?

"Anın" içine ne zaman girebildik? Ne zaman geçmişi de geleceği de bir kenara bırakıp şuan elle ettiklerimizi beğendik...
Olması gerektiği gibi olamayan belki de bizdik...
Kırıp, dökmeye gerek yoktu. İzlemeye de...
Tek yapmak gereken yaşamaktı sadece.
Kaybetme korkusu olmadan yaşamak, beklentilerle süslemeden yaşamak.
Tek yapmak gereken kabullenmekti belki de
Durduramadığını, geç kaldığını anladığın anda kabullemek.

bonafide

Uçuyorum...

İçim büyük, içim kocaman.Dolmuyor, doyurmuyor hiç birşey..

Farklı bir hayatı, farklı zamanı, farklı mekanları yaşıyorum.
Bir gün uykuya dalıyorum ve kendimi güzel bir rüyanın içinde buluyorum.
Sanki aradığım, beklediğim şeyi yaşıyorum. Ruhum özgür, ruhum taşkın, bedenim uçuyor..
Gözlerim gülüyor, 
Hissediyorum evet, içim sıcacık ve baktığım herşey açan bir çiçek gibi taze,parlak ve hareketli.
Sanki hep oraya ulaşmak, onu yaşamak için yaşıyorum.
Bir gün geliyor uyanıyorum hepsi zihnimde kalmış, hepsi anılarıma eklenmiş.
Gerçek hangisi diye soruyorum sonra kendime? Gerçek hissettiğim doyumsuzluk mu yoksa Rüyalarımdaki özgürlük mü? gerçek hangisi ? hangisi beni var ediyor bilmiyorum.

İçim küçücük, ruhum sıkışmış, isteklerim arzularım taşıyor..
Yine doyumsuzluk yine tamamlanamamazlık içindeyim..
Yine gerçeğin peşindeyim. Güzel bir rüyaya dalmışım, sanki gerçeği yaşıyorum.
Başka yerde, başka zamandayım.
Huzuru keşfediyorum..
Uyanmamayı, hiç uyanmamayı diliyorum...

Bonafide

Cuma, Mayıs 28, 2010

sebeb-i Telif


Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
yaprakla yağmurun aşkı meselâ
kim olsa serpilen coşturuyor bizi
imreniyoruz başkalarının mahvına.
Yağmur mahvoluyor çarparak
kendini parçalıyor mâşukunun açılan kıvrımında
yaprak dirimle irkiliyor nazlı ve mağrur
silkiniyor vuran her damlayla.

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
bakıp başkasının başkayla kurduğu bağlantıya
aşka dair diyoruz ilk anı bu olmalı
ilkönce damarlarımızda duyduğumuz çağıltısını
uzak iklimlerin
kokusu gitmediğimiz şehirlerin önceden
bir baş dönmesiyle kabarıyor hafızamızda
sonra ayrılıklar düşüne dalıyoruz:
Bize ait olan ne kadar uzakta!

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
başkalarının düşünceleriyle değil.
"Üstümde yıldızlı gök" demişti Königsberg'li
"içerimde ahlâk yasası".
Yasa mı? Kimin için? Neyi berkitir yasa?
İster gözünü oğuştur, istersen tetiği çek
idam mangasındasın içinde yasa varsa.
Girmem, girmedim mangalara
Yer etmedi adalet duygusu
içimde benim
çünkü ben
ömrümce adle boyun eğdim.
Yıldızlı gökten bana soracak olursanız
kösnüdüm ona karşı
onu hep altımda istedim.

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız
ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla
düşmanı gösteriyorlar, ona saldırıyoruz
siz gidin artık
düşman dağıldı dedikleri anda
anlaşılıyor
baştan beri bütün yenik düşenlerle
aynı kışlaktaymışız
incecik yas dumanı herkese ulaşıyor
sevinç günlerine hürya doluştuğumuzda
tek başınayız.

Diyorum hepimizin bir gizli adı olsa gerek
belki çocuk ve ihtiyar, belki kadın ve erkek
hepimiz, herbirimiz gizli bir isimle adaşız
yoksa şimdiye kadar hesapların tutması lâzımdı
hayatımıza kendi adımızla başlardık
bilmediğimiz bir isim, hesaptaki bu açık
belki dilimi çözer, aşkımı başlatırım
aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine
adımı aşkın üstüne kendim yazarım

İsmet Özel

Perşembe, Mayıs 20, 2010

ThiS is MY life!!

Soğuk ve kasvetli bir güne merhaba dedikten sonra içimi ısıtan güneşi görmek ne de güzel...
Bulutlar yavaş yavaş dağılmaya, boğazın rengi maviye dönmeye başladı bile...
Güneş hayatımızı, çevremizi ne güzel de renklendiriyor değil mi ?
Evlerin,ağaçların, kuşların, insanların rengi ne de güzel görünüyor.

Seviyorum böyle renkli hayatları..mavisiyle sarısıyla kırmızısıyla turuncusuyla bakmak ayrı bir güzel!


Hayatın renklerini tadmanız dileğiyle..

tüm renklere sarılırın, en önemlisi Güneşe, Güneşinize sarılırın.
Çünkü sizi de hayatınızı da renklendirendir O!
Unutmayın.



Çarşamba, Mayıs 19, 2010

İtim Yasası...

Son anda ortaya çıkan plan değişiklikleri nedeniyle dün akşamdan beri surat ifadem de anlaşılan bir memnuniyetsizlik içerisindeydim..
Taa..kii.. 5 dak. öncesine kadar... Yine eski planlarımı uygulayabileceğimi öğrenince suratımda bir gülümse herkese, herşeye selam verir,herşeyle ilgilenir oldum :)
Gözümde büyüyen Herşeyin üstesinden kalkabilirim artık..

"Sen iste, Herşey olur " derler ya işte ona inananlardanım ben.
Hatta "Sen isteme, O olmaz" diyenlerden bile olabilirim :)

Öyle mızmız, memnuniyetsiz, negatif biri de değilim ayrıca...
Benim için ÖNEMLİ bazı şeyler konusunda olumsuz yanlarını daha fazla irdeliyorum o kadar.
Mükemmelliyetçi olduğumdan da değil...
HUZUR aramak ve bulmakla ilgili...
İçimi de çevremi de güzelleştirmekle ilgili...
İstemekle ilgili...
Sevmekle ilgili...


Bonafide

Salı, Mayıs 18, 2010

Kopyala - Yapıştır


Son bir kaç gündür benzeri raporlar yazıyorum. Sürekli aynı cümleler, aynı tablolar, aynı grafikler...
Tek fark yorumlar...
gerisi kopyala yapıştır işte...
Sonra düşündüm de acaba hayatımız da hep aynı şekilde ?
Hayatımızda bir çok cümlelerimizi, ilişkilerimizi, tavırlarımızı aynı şekilde mi kuruyoruz acaba?
Aynı kalıplar, aynı ifadeler, aynı tepkilerle mi ?

Özel, itinalı, içten, samimi ne var gerçekten hayatınızda?
Sevgiliniz, anneniz-babanız dışında...

Biraz özgünlük katmaz gerekmez mi sizce de?
Kendin olmak derler ya, hani birazcık cümleler aynı olmasa kendin olsa,
senin tavrın, davranışın olsa, senin sevgin olsa, senin beklentin olsa...

Genel kurallardan, genel kalıplardan uzaklaşsak birazcık...

Aynı -seni seviyorum-ları kurmasak, aynı kavgaları yapmasak-
aynı gülümseyiş olmasa,
aynı günler, aynı işler, aynı yollar, aynı yüzler de olmasa keşke :)
Farklı yerlere gitsek, farklı işler öğrensek...

Aynılıkdan biraz el-ayak çeksek...

Yani hayatı kopyalayıp yapıştırmasak,
her güne yeni sayfalar açsak...

Bonafide

Pazar, Mayıs 16, 2010

Akıl-Ruh-Kalp


Bu ruhu nereye götürsem rahat eder bilemiyorum.
İnişler, çıkışlar yaşamaktan yorulmuş gibi görünse de bir bakıyorum hala gücü var
böyle şeylere...
Tutması da bıraktırması da zor olanlardan benimkisi...
Ya içine alacak, tamamı ile özümseyecek,
Ya da ne yaparsan yap istemedi mi çekip gidecek...

İnsan kendini ne kadar tanır bilmiyorum,
çok tanıması iyi birşey mi ondan da pek emin değilim ama 
bazen insan gibi olmalı insan,
gülmeli,ağlamalı nedensiz...
Kalbi sıkışmalı, utanmalı, kızarmalı, bozarmalı.,.
Duygularını yöneten değil, onları yaşayan olmalı!
İçine girdiğinde oturup da bunun neden olduğunu düşünmemeli bazen.
neyse ne!! 
nedeni her neyse sen o'sun şuan.
Sevinçsin, özlemsin, arzusun, öfkesin..gözyaşısın...

İnsan ruhunu da duygularına da sağlam bir yerlere bağlamamalı yani,
bırak özgür dolaşsınlar istedikleri yerde...
bırak içine alsınlar, bütün oluştursunlar...

Ruhumu bağlayamadım ama bazı duygularımı pek bir hiçe saydım galiba..
Akıl-Kalp-Ruh bir bütünmüş..Benimlerin üçü de ayrı yerde..
Üçü de bir bilinmezlik içinde...


Bonafide

Cumartesi, Mayıs 15, 2010

AŞK

"Aşk 
Hayatı katlanılır kılan ne garip eğlencedir
Gözlerdeki nem,yürekteki titreyiş
Dönmeyecek biri için onca bekleyiş
Tahammülden öte, Beyhude bir işkencedir."
Mevlana
İnsana sunulmuş en büyük armağan olan aşk, gitmek, dönmemek ve yitirmek fiillerinin yaşattığı tedirginliği durmadan yeniden üretir. Çünkü aşk abartır, abartılır. Ya kıymeti ölçülemez ya da hepten terazi şaşırır. giden dönmez, gelen gitmez sanılır. Uyum sağlamakta zorlanılan bir serüvendir aşk. Ya hep gek kalınır ya da bir başka zamana ertelenir. Oysa ertelenmiş her aşk taammüden işlenmiş bir cinayettir. Aşk acı olmayandır. Ne varki acı Aşkta gizlidir.



P.S. Dahiller ve Aşkları Kitabından Alıntıdır.

Salı, Mayıs 11, 2010

RÜYA


Bir kus ucar gökyüzünde süzülür
Bir cocuk bütün oyunlara yazilir
Bir gül kokar tüm cicekler ezilir
Bir tel kopar ahenk ebediyen kesilir

Yüzünü görmem, 
yerini sormam
Elini tutmam oy oy
Seni hic unutmam

Tenine degmem,
sesini duymam
Adini koymam oy oy
   Sana hic doymam...


P.s. Ezginin Günlüğü'den

Desem Ki

Desem ki vakitlerden bir Nisan akşamıdır,
Rüzgârların en ferahlatıcısı senden esiyor,
Sende seyrediyorum denizlerin en mavisini,
Ormanların en kuytusunu sende gezmekteyim,
Senden kopardım çiçeklerin en solmazını,
Toprakların en bereketlisini sende sürdüm,
Sende tattım yemişlerin cümlesini.

Desem ki sen benim için,
Hava kadar lâzım,
Ekmek kada...r mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin;
Nimettensin, nimettensin!
Desem ki...
İnan bana sevgilim inan,
Evimde şenliksin, bahçemde bahar;
Ve soframda en eski şarap.
Ben sende yaşıyorum,
Sen bende hüküm sürmektesin.
Bırak ben söyleyeyim güzelliğini,
Rüzgârlarla, nehirlerle, kuşlarla beraber.
Günlerden sonra bir gün,
Şayet sesimi farkedemezsen,
Rüzgârların, nehirlerin, kuşların sesinden,
Bil ki ölmüşüm.
Fakat yine üzülme, müsterih ol;
Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini,
Ve neden sonra
Tekrar duyduğun gün sesimi gökkubbede,
Hatırla ki mahşer günüdür
Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum.
                                                              Cahit Sıtkı Tarancı

Pazartesi, Mayıs 10, 2010

Her sabah hüzünle karışık bir umut var içimde,
sensizliğin hüznüne yeni bir günün seni getireceği umuduyla başlıyorum,
herdoğan gün yeni bir umut yeni bir arayış benim için...
Belki sana kavuşacağım güne bir gün daha yaklaşıyorum...
Marifet dönmek değil,bulmaktır!.. 
En güzeli:Bıraktığın yerde durmaktır...
Mevlana

Pazar, Mayıs 09, 2010

Zaman...


Geçmiş günü beyhude yere yâd etme,
Bir gelmemiş an için de feryat etme
 

Geçmiş gelecek masal bunlar hep
Eğlenmene bak ömrünü berbat etme.
Niceleri geldi, neler istediler,
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler.
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler.
Dünyada ne var, kendine dert eyleyecek,
Bir gün gelecek ki can bedenden gidecek,
Zümrüt çayır üstünde, sefa sür iki gün 
 Zira senin üstünde de otlar bitecek
                                                                          Ömer HAYYAM

Cumartesi, Mayıs 08, 2010

Öğle arası kaçamağı...

Kadıköy sokaklarında hiç dolaştınız mı bilmiyorum,
açıkçası Kadıköy'ün her yerini çok iyi de bilmiyorum ama genel hatlarıyla beni içine çeken, rahatlatan, eskilere götüren bir havası var sokaklarında...
İçine bir girseniz kaybolacak gibisiniz,
kalabalıktan yakınır çoğu kimse ama ben yalnızlığı sevdiğim gibi hiç rahatsız olmuyorum bu kalabalıktan aksine onu o yapan kalabalığı olduğuna inanıyorum..

Günlerdir farklı bir tempoda farklı bir hayata alışmaya çalışıyorum...
Sıkılmışım, yorulmuşum ve hala koşuşturuyorum.
Bir şeyleri durmadan zamana sıkıştırıyorum..
Bu gün de dün aldığım güzel Öğle yemeği teklifiyle kendimi az da olsa rahatlatmaya çalıştım.
Bilen bilir muhtemelen ünlü Çiya Mutfağını, Doğu Akdeniz'e has geniş bir menuye sahip, oldukça leziz yemekleri olan benim gibi yöresel yemek düşkünü insanların bayılacağı bir yer!
Kebaplardan tutunda etli etsiz her türlü yemeği, şerbetleri, çeşit çeşit tatlıları bulmak mümkün..
Bir çoğunun ismini dahi duyamadım..


Ben bu sefer hep duyduğum ama hiç tatmadığım şu Adanalıların meşur Analı-Kızlısını istedim..
Resimde gördüğünüz küçük toplar kızlar büyük olan da Ana :) İsmini de nerden aldığı anlaşıyor böylece..

Birde Zahter salatası,çook çok lezzetli bir salata.. Hele benim gibi ekşi düşkünlerine.
Kekikli, maydonozlu ve bol nar ekşili..

Birde sonunda kesinlikle tadılması gereken tatlıları var ve hepsi birbirinden tatlı..
Benim tercihimse Kabak Tatlısı.şöyle bol tahinli ve cevizlisinden :)


Yolu Düşen, damak tadına önem veren herkese öneririm...
Ne de olsa farklılıklara açık olmak lazım...



P.S. Bu güzel öğle yemeği için, geçirdiğim hoş zaman için ayrıca teklif sahibine de çok teşekkür ederim.

Cuma, Mayıs 07, 2010

kedim

Bir kedim var
Oyunu bitmez işi hep bahar
Bir gemim var
Dumanı tütmez peşinde martılar
Bi yolum var
Gideni dönmez kalanı yanar
Bi yerim var
Adresi olmaz sonsuza kadar

Sözler geri dönmez
Geri dönmez bakışlar
Kuşlar geri uçmaz
Geri konmaz aşklar

Bi sızım var
Hiç elim gitmez köşede yatar
Bi sızım var
Hiç ilaç kar etmez içimi yakar
Bi kapım var
Açanı olmaz boyuna çalar
Bi gözüm var
Sileni bulunmaz durmadan akar

P.s. E. Günlüğü'den  

Perşembe, Mayıs 06, 2010

Herkes Yaralı

Ne zaman canın yansa bu kadar derinden
Sanırsın mümkün değil bir daha üzülmen
Ne inat ne gözü kara ne dayanıklı yürek
Acıyor aynı yerden herşeye rağmen

Ne akıl kar ediyor ne fikir o sırada
Biliyorsun geçiyor zamanla ama ne fayda

Yaralı tepeden tırnağa herkes yaralı
Alışılmıyor acıya yok kaidesi kuralı
Kanayıp ne kadar tutabilirsin gül uğruna dikeni
Ne gelen anladı ne giden olanı biteni

Adıyorum aşka geri kalanımı
Suya söyledim gitti yalanımı
Aşkın da en hesapsız kitapsız olanını
Yaşamazsam kara kaplıya kaydedin beni
-Doğru ya da yanlış,
yaşadıklarımın verdiği buruk tecrübelerle daha mesafeli olmayı öğreniyorum.
Belki de korkak...
ne zaman kaçmalıyım acıdan?
ne zaman yaklaşmalıyım aşka?
Acıya mı alışmalıyım
yoksa aşka mı ?...

Salı, Mayıs 04, 2010

AŞK nedir ?

Aşkı konuşmak için dudaklarımı kutsanmış ateşle temizledim, ama hiçbir sözcük bulamadım.
Aşktan haberdar olduğumda sözler cılız bir hıçkırığa dönüştü, 
yüreğimdeki şarkı derin bir sessizliğe gömüldü.
Ey bana gizlerinin ve mucizelerinin varlığına inandığım Aşk 'ı soran sizler,
Aşk peçesiyle beni kuşattığından beri ben size aşkın gidişini v...e değerini sormaya geliyorum.
Sorularımı kim yanıtlayabilir?
Sorularım kendi içimdeki için; kendi kendime cevaplamak istiyorum.
İçinizden kim içimdeki benliği bana ve ruhumu ruhuma açıklayabilir?
Aşk adına söyleyin,
yüreğimde yanan, gücümü tüketen ve isteklerimi yok eden bu ateş nedir?
Ruhumu kavrayan bu yumuşak ve kaba gizli eller nedir?
Yüreğimi kaplayan bu acı sevinç ve tatlı keder şarabı nedir?
Baktığım bu görünmeyen, merak ettiğim açıklanamayan, hissettiğim hissedilemeyen şey nedir?
Hıçkırıklarımda kahkahanın yankısından daha güzel, sevinçten daha mutluluk verici bir keder var.
Neden kendimi beni öldüren ve sonra şafak sökene kadar tekrar dirilten, hücremi ışığa boğan bu bilinmeyen güce veriyorum?
Uyanıklık hayaletleri kurumuş gözkapaklarımın üstünde titreşiyor ve taştan yatağımın etrafında düş gölgeleri uçuşuyor.
Aşk diye seslendiğimiz şey nedir? 
Söyleyin bana, bütün anlayışlara sızan ve çağlarda gizli olan o sır nedir?
Başlangıçta olan ve herşeyle sonuçlanan bu anlayış nedir?
Yaşam 'dan ve Ölüm 'den, Yaşam 'dan daha acayip, Ölüm 'den daha derin bir düş oluşturan bu uyanıklık nedir?
Söyleyin bana dostlar, içinizde Yaşam 'ın parmakları ruhuna dokunduğunda Yaşam uykusundan uyanmayan biri var mı?
Yüreğinin sevdiğinin çağrısıyla babasından ve annesinden vazgeçmeyecek kimse var mı?
İçinizden kim ruhunun seçtiği kişiyi bulmak için uzak denizlere açılmaz, çölleri aşmaz, dağların doruğuna tırmanmaz?
Hangi gencin yüreği tatlı nefesli, güzel sesi ve büyülü dokunuşlu elleriyle ruhunu kendinden geçiren kızın peşinden dünyanın sonuna gitmez?
Hangi varlık dualarını bir yakarış ve bağış olarak dinleyen bir Tanrı 'nın önünde yüreğini tütsü diye yakmaz?
                                                                 ***
Dün kapısından geçenlere Aşk'ın sırları ve değeri sorulan tapınağın girişinde durmuştum. Ve önümden çok zayıflamış, yüzü hüzünlü yaşlı bir adam iç çekerek geçti ve şöyle dedi:
"Aşk bize ilk insandan beri bağışlanmış bir güçsüzlüktür."
Yiğit bir genç karşılık verdi:
"Aşk bugünümüzü geçmişe ve geleceğe bağlar."
Ardından kederli yüzlü bir kadın hıçkırarak şöyle dedi:
"Aşk cehennem mağaralarında sürünen kara engereklerin ölümcül zehiridir.
Zehir çiy gibi taze görünür, susuz ruhlar aceleyle içer onu; ama bir kere zehirlenince hastalanır ve yavaş yavaş ölürler."
Sonra gül yanaklı bir kız gülümseyerek dedi ki:
"Aşk Şafak 'ın kızları tarafından sunulan ve güçlü ruhlara güç katıp onları yıldızlara çıkaran bir şaraptır."
Ardından çatık kaşlı, kara giysili, sakallı bir adam geldi:
"Aşk gençlikte başlayıp biten kör cahilliktir."
Bir başkası gülümseyerek açıkladı:
"Aşk insanın tanrıları mümkün olduğunca fazla görmesini sağlayan kutsal bir bilgidir."
Sonra yolunu asasıyla bulan kör bir adam konuştu:
"Aşk ruhlardan varlığın sırlarını gizleyen kör edici bir sistir;
yürek tepeler arasında sadece titreşen arzu hayaletlerini görür ve sessiz vadilerin çığlıklarının yankılarını duyar."
Çalgısını çalan genç bir adam şarkı söyledi:
"Aşk ruhun çekirdeğindeki yangından saçılan ve dünyayı aydınlatan bir ışıktır.
Yaşam 'ı bir uyanışla diğeri arasındaki güzel bir düş olarak görmemizi sağlar."
Ve paçavraya dönmüş ayaklarının üzerinde sürüklenen güçsüz düşmüş çok yaşlı bir adam titrek bir sesle şunları söyledi:
"Aşk mezarın sessizliğinde bedenin dinlenmesi, Sonsuzluk 'un derinliklerinde ruhun huzura ermesidir."
Ve onun ardından gelen beş yaşındaki bir çocuk gülerek dedi ki:
"Aşk annemle babamdır, onlardan başka kimse bilmez aşkı."
 
Ve böylece Aşk'ı tarif eden herkes kendi umutlarını ve korkularını bıraktı önüme sır olarak.
O anda tapınağın içinden gelen bir ses duydum:
"Yaşam iki yarıya ayrılmıştır: biri donar, biri yanar; yanan yarı, Aşk 'tır."
 
Bunun üzerine tapınağa girdim, sevinçle diz çökerek dua ettim:
"Tanrım, beni yanan alevin besleyicisi yap...
Tanrım beni kutsal ateşine at..."
HALİL CİBRAN

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...